Basın Konseyi dışında, hiçbir gasteci cemiyetine üye değiliz

Ulviye Hanım.. Makinist Arif Efendi.. 

Ulviye Hanım.. Makinist Arif Efendi.. 
    26 Şubat 2024
    Ulviye Hanım.. Makinist Arif Efendi.. Ulviye Hanım.. Makinist Arif Efendi.. Ulviye Hanım.. Makinist Arif Efendi.. Ulviye Hanım.. Makinist Arif Efendi.. Ulviye Hanım.. Makinist Arif Efendi.. Ulviye Hanım.. Makinist Arif Efendi.. 

          ULVİYE HANIM.. MAKİNİST ARİF EFENDİ..
          Sonradan diyorum; Sonradan yaşamaya başladığın yerin hikayesi olmuyor Can Tertip.. Sadece çocukluğunun geçtiği şehir geliyor insanın peşinden.. Hafızana kazınmış mekanlar, kişiler geliyor.. 
    * * *
           Hani Edip Cansever ''Manastırlı Hilmi Bey'e ikinci mektup'' şiirinde; ''Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk, hiçbir yere gitmiyor'' diyor ya; öyle.. 
    *
          Ben pencereden bakarken 
          kimseler ölmemişti.. 
          Ölüm diye bir şey yoktu ki Hilmi bey !
          Var mıydı?'' 
    * * *
          Ahşap bir binanın ikinci katında, gıcırdayan merdivenlerle çıkılan bir yerdi Şehir Kütüphanesi.. Odalarında ocağı, bacası hatta yüklüğü olan tipik bir Bolu evi..
    * * *
          İlk gittiğimde; ''Aa sen mi geldin ortanca? diyerek karşılamıştı Ayşe Erzincanlı.. Biraz sonra da elinde naylon ayakkabılarımla gelip ''Bunları kapının önünde çıkarmana gerek yoktu ki ''ortanca'' demişti; ''Bak, biz de çıkarmadık..! Çocukken konu komşunun kolayına geldiği için taktığı lakaptı 'Ortanca'.. “Sabahat'in ortanca oğlu..!” 
    * * *
          Ortanca’nın en büyük özelliği herkesi şaşırtması, ters köşe yapmasıymış.. Bu yıl mavi olan ortanca, ertesi yıl bakıyormuşsun başka bir renk açıvermiş.. Buraya dikiyorsun mavi, iki adım öteye taşıyorsun kırmızı..
    * * *
           Semerkant mahallesinde komşumuz vardı Ulviye hanım.. Ve onun kedi yavrusu gibi oradan oraya taşıdığı ortancaları.. Babası Bolu Milletvekili Nuri Efendiymiş Ulviye teyzenin.. Mustafa Kemal Paşa'nın yaşından dolayı 'Beybaba' diye hitap ettiği kişi.. 
    * * *
          Dibine paslı demir, çivit gibi şeyler koyar ''Bakalım bu yıl nasıl açacak? derdi ''Kemal'imin ortancaları..! Kemal'im dediği de oğlu.. Anıt Kabir'in mimarı.. Zamanın bayındırlık bakanı Sırrı Day'ın sık sık makamına çağırıp; ''Nasıl gidiyor'' diye sorduğu kişi.. Boluspor'lu Vadi'nin kayınpederi.. 
    * * *
          O'nun; çocukken evin ortancalarla dolu bahçesinde ağaçlara tırmanıp şiirler okuduğu anlatılırdı mahallede.. Şimdi ne o bahçeler kaldı ne de o renk renk açan ortancalar.. Şairin dediği gibi; ''Gördüm ki yazın bastığımız otları solmuş / Son demde bu mevsim gibi benzim de kül olmuş..''
    * * *
           Hayat işte.. Rüya gibi sanki  her şey.. Belediye Bandosunun eski şefi Turgut Bey'i hatırladım endi gün.. Eşi Perihan Hanım'ı, oğlu Aslan'ı, kızı Yurdanur'u.. Turgut bey'in Erkek Sanat Okulundaki meslektaşı Edip beyin Alman Barış Gönüllüsüyle olan gönül ilişkisini.. Arkadan kelepçelenmiş elleriyle polislerin arasında önce adliyeye sonra da cezaevine götürülüşünü..
    * * * 
          Yazılarımı paylaşmadan önce ''nasıl olmuş? diye okuduğum bir arkadaşım var.. Dün bu konuları onunla konuştuk biraz.. Ben Ziraat Bankası evlerinde oturdular diye biliyordum, değilmiş, Borazanlarda oturmuşlar, cezaevinin arkasında.. O yıllarda 50.Yıl Orta Okulu yokmuş daha.. Cezaevindeki askerlerin talim yaptığı, gençlerin top oynadığı geniş bir araziymiş orası.. Firar eden mahkumlar olurmuş, peşlerinden silah atan askerler.. ''Komşu bahçelere atlayıp saklananlar olurdu'' diyor, ''elbiselerini değiştirip gözden kaybolanlar.. Korkardık, sabah olmak bilmezdi..''
    * * * 
           Kazım ve Besim İkizünal'ın ''Süslen'' berberine ''İkizler'' berberiydi'' diye itiraz ediyorum.. ''Yok ! diyor, süslen berberiydi orası.. Muharip gaziydi ikisi de.. Geçenlerde sen de yazdın, bizim kuşaktaki erkek çocukların ya saçını kesti onlar ya da çükünü.. Fırka'da Esentepe Oteli’nin altındakı de Hasan Ustaydı, Hasan Çakmak..
    * * *
            HASAN ÇAKMAK
           Berber Hasan Çakmak dendi mi, onun Semerkant'taki evi ile o evde yaşayan Akıl Hastası genç gelir hep aklıma.. Krizi tuttuğunda, elinde balta ile herkese saldıran, ''Bize Köpek Osurtanlar'' derler diyerek herkesi önüne katıp çığlık çığlığa kovalayan..
    * * *
            Onun İstanbulda akıl hastanesinde öldüğü cenazesinin mahalleye getirildiği gün var hafızalarımıza kazınan.. Bir kadın bağırıyordu o gün o evde.. Bahçede teneşir tahtası, kazan ve bir de tabut.. İlk defa bir evin aralık kalmış kapısından teneşir tahtası üzerinde yatan cenaze görüyorduk.. Yanında su kabağından bir tas olan..
    * * *
           Konu çok olunca ne yazacağını şaşırıyor insan.. Editörüm; ''Konudan çok ne var ki ciğerim'' diyor ''Aktarlar sokağı ne güne duruyor.. Çocukluğumuzun Disneylandıydı orası.. Maytap, mantar, çatapat dumanından göz gözü görmezdi bayram sabahları.. Sorsan babaları iki dönem Bolu milletvekili olan Altan Öymen'le, Örsan Öymen bile anlatır sana orayı.. Örsan Öymen anlatamaz da, Altan Öymen sağ, anlatır..
    * * *
           Altan Öymen'in babası deyince; Vala Nurettin'in anılarındaydı galiba..1940'lı yıllardaki Bolu'yu anlatırken; ''Pek çok kişi yeniliklere ayak uydurmakta güçlük çekiyordu'' diyordu.. ''Halkevinde Balo'nun yapılacağı salonun kapısında ayaklarındaki mestleri çıkarıp bellerine sokup gizleyenler vardı.. İçerde ayakkabılar sıkınca da çaktırmadan çıkarıp tekrar mestlerini giyenler..
    * * *.
           Eczacı Hilmi Bey'le Muzaffer Hanım'ın Halkevinde yapılan düğününü anlatmıştık hatırladınız mı? Gece saat 11'e kadar devam eden, Şehre elektrik veren jeneratörün şalteri Makinist Arif efendi tarafından indirilince sona eren.. Şehrin ileri gelenleri vardı o gece, üst düzey bürokratlar, eşleri.. Semerkant'tan Kamber onbaşı da gelmiş; Zorba filminin Anthony Quinn’i gibi dönü dönüvermişti Halkevi'nin ortasında.. Ayağında sarı yemeniler.. 
    * * *
           Daha sonra Mustafa Emil Tekin'in çalıştırdığı ''Aile Sineması' oldu orası.. Ne filmler izledik orada ne filmler.. Göksel Arsoy'lu, Belgin Doruk'lu, Muhterem Nur'lu.. Yanımızda Sinemacının oğlanları, Uğur ve Mustafa.. ''Vee arka sokakta güzeller güzeli Ayda abla.. Memur kızı Ayda abla..17, bilemedin 18’inde o zamanlar.. Güler yüzlü, güzel bakışlı.. ''Sıralardaki Heyecanlar'' filminin Aliki Vuyuklaki'si gibi.. 
    * * *
           Şimdi dönüp bakınca keşke yeniden o günlere geri dönebilsek diye düşünüyor insan.. Çayır Pınarında Bolu Gençliğin antrenmanını izlesek mesela.. Takımın başında Aktar Arif Efendi'nin oğlu olsa, Gadak Kamil amca'nın çiğ böreklerinden ısmarlasa bize.. Saçlarına dağılmasın diye file takan İsmet Abi ayranları söylese.. 
    * * *
           Panayıra gitsek.. Zincirlilere binsek, halka atsak..  Sonca dence deyip Yaşar abla'ya uğrasak sonra.. Biz Yaşar Abla’ya ‘’Aç.. Aç.. Aç ! diye bağırırken o Hüzzam bir şarkıya başlasa, Nasibin Mehmet Yürü'den.. 

          Açmam açamam söyleyemem çünki derinde..
          Bir yaresi var ki kanıyor kalb üzerinde..
          Hoşça kalın.. Zülfü yare dokunduksa affola..!
         

         Erdoğan Mühürcüoğlu

    Yorum yazın

    İsim (Gerekli)
    Yorumunuz (Gerekli)

    Sayfada yer alan yorumlar kişiye ait görüşlerdir. Yapılan yorumlardan sitemiz hiçbir şekilde sorumlu değildir.

    GÜNÜN SÖZÜ

    Ne kadar zengin ve müreffeh olursa olsun, istiklâlden mahrum bir millet, medenî insanlık karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye lâyık sayılamaz.

    SON YORUMLAR
    Sağlık İlaç Gıda Takviyesi Siyah Sarımsak