BolununSesi; Halkın Gazetesi

Taşhan.. Selim Marangoz.. Kamil Sönmez..

Erdoğan Mühürcüoğlu

    4 Haziran 2013
         Hani insan, çok çok eskilerden bir şeyler hatırlayacak gibi olurda bir türlü çıkartamaz, resmi netleştiremez, bir takım resimler uçuşur dururlar gözünün önünde. Çok küçüktüm, 1950'li yıllardı. Bir film çevriliyordu ve bir sürü insan atlarla eşeklerle 'Taşhan' ın önündeydiler. Süslü püslü bayanlar da vardı, çarşaflı, peçeli olanları da. İçlerinden 'Afilli ' bir artist abi ! Taşhan'ın ön cephesindeki dükkanın üstündeki penceredeydi..
         Mahkum rolündeydi ve dekor olarak konmuş demir parmaklara abanmış; mapushaneden dışarıdakilere çok acıklı bir konuşma yapıyordu. Ortalıkta bir sürü insan; köylü, kentli, polis, jandarma. Kimi ararsan var. Kanbersiz düğün olur mu ? ben de oradayım tabiî ki. 6-7 yaşlarında anca varım, ayak altında dolanıp duruyorum..
         O dükkanda uzun zaman Karadenizli bir yorgancı vardı hatırlarsınız, belki de hala daha oradadır. Dün gece olayı tekrar hatırlayınca internetten araştırmaya başladım. Biraz vaktimi aldı ama, dün akşam işi çözdüm. Yanlış hatırlamadığımı 1957 yılında Taşhan'ın cezaevi olarak, çarşı ve sokakların ise film platosu gibi kullanıldığı bir filmin çevrildiğini gördüm..
         Sonra ne yaptım ? Oturdum bu filmi internetten bir güzel izledim. Vallahi 56 sene önceki Bolu'yu sokaklarını, caddelerini, dükkanlarını ve 1957 senesinin esnafını, köylüsünü, arasta içini, bakırcılar sokağını izledim. Gerçi çok eski bir film sürekli 'pır, pır eden görüntüleri zor seçiyorsunuz ama olsun, İzzet Baysal caddesinin eski halini, çarşı başından başlayıp Borazanlar'a kadar olan kısmın istimlak edilip genişletilmediği zamanlardaki halini kötü mötü de olsa izledim.
         Ne şimdiki gibi caddeler var, ne de binalar. Bütün Bolu 'Arasta içi' gibi.. Benim aralarında dolaştığım, ayakaltında dolaştığım kişilerin; Ayhan Işık, Pervin Par, Turgut Özatay, Nubar Terziyan, Atıf Kaptan olduğunu da hayretle gördüm. Filmin ismini söyleyeceğimi mi zannettiniz ? Hayır söylemeyeceğim. onu da kendiniz bulun.
    *
         Koca şekercilerin oradan yukarıya çıkarken sola dönen ilk sokak aktarlar içine gider ya. İşte o sokağa dönünce sağdaki ilk dükkan benim şapşal şapşal önünde durup uzunca zaman orayı gözetlediğim bir yerdi. Orada iki tane yeşil gözlü tombulca abla vardı ve ben onlara bakmayı çok severdim. Hani son zamanların modası 'elektrik almak' deyimi var, herhalde böyle bir şey olsa gerek. Aklınıza hemen kötü şeyler getirmeyin canım. O sıralar daha olsam olsam sekiz on yaşlarında falan olabilirim. Hiç tanımadığım bu ablaları çok severdim ben onlara bakardım onlar da bana..
         Eğer bir şeyler atıştırıyorlarsa benim de canımın çektiğini ve o yüzden baktığımı düşünerek yanlarına çağırır bana da vermek isterlerdi. O zaman hemen uzaklaşırdım. Bu defa ikinci durağım Koca Şekercilerin yan vitrininde duran 'Kızamık şekerleri' olurdu. Burada da herhalde beş on dakika bu şekerlere bakarak takılırdım. Belki de vermiş olsalar yemezdim ama, onların üçgen şeklinde kesilmiş kıpkırmızı karpuz dilimleri gibi görüntüleri beni cezbederdi..
         Bakın, kızamık şekeri deyince aklıma ne geldi ?. Bizim evde annemin ' zembil' le pazardan alıp getirdiği şeylerin arasında meyve desem değil, sebze desem oda değil, değişik bir nesne vardı. Hani pazarda 'pişmiş armut' satarlardı ya, işte onun gibi bir şey. Onu çok severdim, herkes harçlığı ile hemen dondurmaya, gazoza, gavuta koşarken, ben Anneme ondan alması için yalvarırdım. Eğer günlerden pazartesi ise hemen kendim pazara koşardım..
         Koşardım ama almak istediğim şeyin başında uzunca süre bekler, pazarcı teyzelerden bir türlü isteyemezdim. İsminden dolayı çekinirdim. Acaba ismini doğru biliyor muyum diye. Yoksa onun ismi sadece bizim evde mi öyle ? diye. Yanlış anlaşılmaktan korkar, pazar yerinde dolanır dururdum. Benim sıkıntımı anlayıp ne istediğimi ısrarla sorarlarsa işte o zaman çekine çekine fısıltı halinde 'Çükündür !" derdim..
         Yok arkadaş, bizim insanımızda da bir tuhaflık var, madem bunu şeker pancarından yapıyorsun, onu pişirerek yapıyorsun, neden böyle abuk subuk isimler bulacağım diye uğraşıyorsun ki, 'şeker pancarı' de gitsin şuna yahu !.. Bir yerde dinlemiştim; Günün birinde iki Bolulu İstanbul'da üniversitenin önünden tramvaya biniyorlar. Kızlar, mızlar filan derken tramvay tıka basa doluyor, millet ayakta. Bizim Bolulular'dan biri şey diyor 'ulan bizi çükündür gibi doldudula tramvaya bee !.." Kızlar lafı tam anlayamadıkları için başlıyorlar kıkır kıkır gülüşmeye ve bizimkilere tuhaf tuhaf bakmaya. Bi ara çok meşhurmuş bu laf. Duymuş muydunuz ?..
    *
         Konudan konuya atlıyoruz ama bunu da anlatayım size. Bir tarihte Karadenizli Türkücü Kamil Sönmez'in bizzat kendi ağzından dinlemiştim; şimdi tam hatırlamıyorum neresiydi ama, bir grupla birlikte, benim de bulunduğum bir yere gelmişti Kamil Sönmez. Ayvalık tarafları olabilir, belki de Cunda falan. Biraz hoş beş den sonra Bolulu olduğumu öğrenince çok keyiflenmiş ve hemen bir anısını anlatmaya başlamıştı. Öylesine coşmuş öylesine anılara kendisini kaptırmıştı ki, anlatırken gevrek gevrek kahkahalar atıyordu. 'Şu sizin Selim Marangoz var ya !" diyordu.
    'evet var, n'olmuş ?"
           Kamil sönmez galiba samsun'da yatılı bir okulda okurken bizim Bolulu beden eğitimi öğretmeni Selim Marangoz onların okuluna tayin olmuş. Selim Marangoz'un da ilk görev yeriymiş orası. Kamil sönmez ve arkadaşları okuldaki diğer hocalar gibi kelli felli, ense kulak yerinde bir hoca beklerken, gele gele yeni yetme, yaşça kendilerinden bile küçük 'tıfıl' bir delikanlı çıkmış gelmiş karşılarına. Onu görünce çok şaşırmışlar..
         'Yahu biz baya kalıplı filan adamlarız, ense kulak yerinde, birde her sınıfta çift dikiş gittiğimizden, sakallı, bıyıklı adamlar olduk, fakat bu Bolulu başımıza bela geldi, bize yapmadığı işkence kalmadı, koşturuyor, hoplatıyor zıplatıyor, en küçük yanlışımızı gördüğünde bize tokat atmaya falan çalışıyor. Yani adam tam bir bela başımıza !..
         'Tadımız tuzumuz kaçtı. Arkadaşlarla anlaştık; bu böyle olmaz, bu Allah'ın Bolulu'suna iyi bir ders verelim, bir daha da bizimle uğraşamasın dedik. Onun okulda nöbetçi olduğu bir gece arkadan yaklaşıp kafasını bir ceketle kapatıp birkaç tane 'okkalı' yumruk atıp kaçacağız'.. Dediklerini de yapmışlar; Önce küçük bir karışıklık olmuş. Sonra bizim Selim Marangoz kafasındaki ceketten kurtulur kurtulmaz bunlara öyle bir sopa atmış ki, hayatları boyunca unutamamışlar. 'Vallahi ! diyordu Kamil sönmez 'doktora gitsek 10 gün rapor verirdi. ' Adam haşat etti bizi resmen !..
         Sonunda da, 'Ben bu Bolulular'dan korkarım kardeşim ! diye de ekliyordu. Biraz da benim hoşuma gitsin diye öyle diyordu anlıyordum. İyi adamdı Kamil Sönmez, Allah rahmet eylesin. Selim Marangoz ve eşi Bolu'da, yaya kaldırımında yürürken kaldırıma çıkan bir arabanın altında kalmışlardı diye hatırlıyorum. Ciddi bir kazaydı öyle aklımda kalmış. Selim Hoca'ya da selam olsun, rahmetler olsun..

    Yorum yazın

    İsim (Gerekli)
    Yorumunuz (Gerekli)

    Sayfada yer alan yorumlar kişiye ait görüşlerdir. Yapılan yorumlardan sitemiz hiçbir şekilde sorumlu değildir.

     

    Yazarın diğer yazıları

    GÜNÜN SÖZÜ

    Büyük sıçrayışı gerçekleştirmek isteyen, birkaç adım geriye gitmek zorundadır. Bugün yarına dünle beslenerek yol alır.

    SON YORUMLAR
    Sağlık İlaç Gıda Takviyesi Siyah Sarımsak