BolununSesi; Halkın Gazetesi

Sepetli motor.. Kapıkule.. Gümrükte bir Bolulu..

Erdoğan Mühürcüoğlu

    9 Eylül 2013


          Bizim almanyalı'lar bilirler; aynı bizde olduğu gibi onların da büyük şehirlerinde 'bit pazarı' tarzı yerler vardır. Çoğunlukla paraya ihtiyacı olan gençler, ya da sıfırı tüketmiş şarapçılar kenarda köşedeki kalmış eski püskü eşyalarını alır buraya getirirler. Gramafon, plaklar, biblolar, gaz lambaları, şamdanlar vesaire..Yakın tarihte büyük bir savaş da yaşamış oldukları için burada savaşın izlerini taşıyan eşyalardanda bol miktarda görebilirsiniz.. Dedesinin savaşta giydiği çizmeleri, matarasını, palaskasını, kasaturasını kapıp getiren torunlara bile rastlarsınız burada. Birinci dünya savaşından kalma kılıç da bulursunuz yaralı bir askerden kalma koltuk değnekleri de..
    ***
           Bir şeyler bulurum ümidiyle bende gidiyordum.. Bir pazar günüydü. Mağazalarda, marketlerde satılan türden şeyler alacak değiliz ya, tarihi şeyler olsun diye özen göstererek bir kaç parça eşya aldım. Getirdiğim eşyaları çıkartıp odanın ortasına yaydığımda, bizim hanım dondu kaldı.. "Bunlara para da mı verdin yoksa?" diye soruyor.. Dürbün, onbaşı rütbesi, eski bir ceket, sigara tabakası, pipo, miğfer bir de matara.. Çok kızdığını hemen anladım. En çok da özene bezene getirdiğim 'Alman üstün hizmet madalyası' nı elinde sallayarak "nerene takacan bunu Erdoğan!" diye sormasından..
    ***
          Bizim, Alman askerinin miğferini balkonda saksı yapmamız, Alman komşumuzu rahatsız etmiş. Bir gün işe gidiyorum bahçede hanımıyla oturmuş kahve içiyorlar. Peşimden seslendi "gel bir kahve içelim!" diyor.. 'Vaktim yok, işe geç kalırım' falan deyince de sorun anlaşıldı; evinden baktığı zaman bizim balkondaki saksı, amuda kalkmış alman askeri gibi görünüyormuş "kaldır şunu yahu, asker miğferinden saksı mı olur? ben sana başka bir şey vereyim!" diyor. Kaldırdık n'apalım..
    ***
          Bunları neden anlattım? Bir zamanlar bizim mahallede Damgacılar'dan Arif abilerin ikinci dünya savaşında Alman askerlerinin kulandıklarından sepetli bir motosikletleri vardı.. Damgacı biraderler bu motora binerek şehir turuna çıktılar mı herkes, çarşıdaki esnaf da dahil, pencerelere koşar, kapılarının önüne çıkarlardı. Biraderlerden biri motoru kullanırken diğeri motorun sepetinde bütün ihtişamıyla! oturur 'kum kum' kurulurdu.. O zamanın en popüler motorları da 'java' lardı galiba. Bulgar malı olanlarda varmış o devirde ama, anlamayanlar BMW zannederlermiş. Kasap 'Kuş Ahmet' abi 'benimki polis motoru! derdi sık sık, ne demekse?..
    ***
         İkisi de kalıplı adamlar olduklarından mıdır nedir, hakikaten de yakışırlardı bu sepetli motora..Onlar mahalle aralarında eksos'larından duman püskürte, püskürte dolaştıkça içimizin yağları erirdi. Bizim muhtar Ases'in "şimdi siyecin donuma gülmekten!" adamın götü sığmaya sepete lan! diyerek kahkaha atmasına bakmayın..
    ***
          Nazilerin kullandıkları sepetli motosikletlerin aynısından bulabilsem hemen kapacam bir tane. Alacam getirecem Bolu'ya ama yok! bulunmuyor, bulamıyorum.. Zaten sürekli o yüzden gidiyorum bit pazarına.. Gümrük mü? Gümrük kolay anasını satayım. Gümrük Bakanı Bolu milletvekili Ahmet Çakmak zaten. Kapıkule desen, Bolu'lu bir hemşerimden soruluyor. Biraz kötü tanıştık kendisiyle ama olsun, sonuçta hemşerim çıktı ya!.. Aslında onu sizde tanıyorsunuzdur. Bir resmini bulupta koyamadım şuraya, yoksa hemen tanırdınız. Orhan Bey'le nasıl tanıştık anlatayım mı size de?..
    ***
         78 veya 79 yıllarıydı galiba her sene olduğu gibi Kapıkule'den giriş yapıp gümrükten geçeceğiz, ama işler öylesine ters gidiyor ki, hem havanın sıcaklığı, hem kalabalık hem de oradaki görevlilerden kaynaklanan sebeblerden çıldırma noktasına gelmişim. kontrollu olmaya çalışıyorum, kendime sürekli "sakin ol, şimdi geçecek, herşey tekrar yoluna girecek talimatları" falan veriyorum ama hiç bir faydası olmuyor! deliriyorum gümrük sahasında..
    ***
           Böyle durumlarda 'apışıp' kalırsın bi görevli falan ararsın, birini bulursun anlatırsın derdini 'tamam' der 'sen bekle şu kenarda, biz seni çağıracağız' beklersin, çağırmazlar. vakit geçsin diye bildiğin ne kadar sure, dua falan varsa okursun; yok! sonra içinden "adamların bir sürü işi vardır" falan dersin; haydiii yine beklersin. Acıkırsın, çocukların çişi gelir.."Yahu, idare olarak senin böyle bir şeye ne hakkın var! ben vatandaşım kardeşim!.."
    ***
          Aslında oralarda çalışan 'Akyazılı Mustafa' isimli hemşerimiz olduğunu hep duyuyorum da onu bulamıyorum. Bir rastlasam ona; "N'aber kanka?" diyerek kolumu omzuna atacam hemen. Ama adam yok, görünmüyor ortalarda. Bir ümitle kucağımdaki kocaman dikiş makinası ile yandaki baraka görünümlü yere giriyorum; "yahu biri bana yardım etsin, Bu ne ya? ben vatandaşım arkadaş! hizmet bekliyorum! vatandaşı saldım çayıra, mevlam kayıra! olmaz ki böyle.."
    ***
         Artık sesimi de yükselterek bağırıp çağırmaya başlayınca rezalet çıkartacağımı anladılar. Karşındaki de sonuçta devlet yani.. İtekleyerek soktukları bir odada uzun boylu ince yüzlü bir adamın karşısında buldum kendimi; Adam pencereden izlemiş beni, biraz da bozulmuş "Ne bağırıyorsun kardeşim!.. Burada çalışan bu kadar insan var.. Biliyormusun ne haldeler, hangi şartlarda hizmet veriyorlar hiç düşündün mü?. Getirdiğin eşya yasal ise sıranı bekleyeceksin, gümrüğünü ödeyeceksin. Yasalara uyacaksın. Kimseye küfür etmeyeceksin, bela okumayacaksın. Mağduru oynayarak kurnazlık yapmaya çalışmayacaksın diyor.. "Vatandaşsan vatandaşsın n'apalım yani!" diyor. Biz de vatandaşız!..
    ***
          Söylendi durdu bir süre, sonra incelemek için kızgınlıkla elimden aldığı pasaportumun kapağını kaldırdığında şaşırmış gibi bir yüz ifadesiyle baktı yüzüme. 'Nerelesin sen beyefendi?' diye sordu "Bolu! Dedim, merkez'den.." Yüzüme bakakaldı. Sonradan anlattığına göre odaya daha ilk girdiğimde çok tanıdık gelmişim ona, benim Kapıkule gümrük sahasının eski çalışanlarından biri olacağımı falan bile düşünmüş.. Bir bayram tatilinde, öğleden sonra, Kapıkule'nin en tepesindeki adamla Bolu'lu Orhan Armutçuoğlu ile işte böyle tanıştık.
    ***
          Acayip bir duygu, dünya ne kadar küçük!.. Konuştukça, Bolu'da aynı ortamlarda bulunduğumuz zamanları bile hatırladık. Telefonla sağa sola emirler yağdırırken gurur duydum hemşehrisi olarak. Orman İşletmesi'nde çalışan babası Hamdi amcadan falan bahsettik.. Orhan Armutçuoğlu ile hep Bolu'dan, hep Boluspor'dan konuştuk.. Dertleştik, sohbet ettik, hatta şakalaştık bile. Kendisinden ayrılırken karnıma şakadan yumruk atar gibi bile yaptı "hadi görüşürüz!" diyerek..
    ***
          Bir Ankara dönüşünde trafik kazası geçirip vefat ettiğini seneler sonra öğrendim.. Yıllar nasıl da aktı gitti be! Hani bir şarkı var ya 'Yıllar nasil geçti o günler arasından'.. Rahmetli Orhan Bey'in ismini bile unutmuşum, geçenlerde Akpınarlı Atilla Önal abim hatırlattı da yazdım buraya.. Aslında bir gün de Atilla Abi'yi yazmak lazım. Kendisinden izin alabilirsem yazmak isterim doğrusu. Acayip bir yaşam öyküsü olur. inanıyorum.. Şarkının adını anınca da nerelere gittim geldim birden..
    ***
    Yıllar ne çabuk geçti o günler arasından
    Bir tel saç onun kaldı bütün hatırasından
    Hala duyarım bin sızı ben her yarasından
    Bir tel saç onun kaldı bütün hatırasından
    ***
           Birkaç gün önce; kamyonlardan bahseden bir yazı okudum, uzunca bir yazı. Yazının içinde sık sık adı geçen bir de tanıdık kamyon markası var; Austin! Yazan adam belli ki bu işlerden iyi anlıyor. Makale'de çeşitli kamyon markalarının teknik özelliklerinden falan bahsediliyor, Fargo, Desoto, Dodge gibi kamyonların ortak isminin 'Doç' olduğundan filan. Şimdiye kadar okuduklarımdan farklı bir konu. Ford, Vabis, Leyland gibi bir sürü markanın tarihten günümüze kadar olan hikayeleri teknik kapasiteleri gibi detaylar da var..
    ***
         Bu yazı beni taa 50'li 60'lı yıllara götürdü. Arka sokakta senenin altı ayı hiç kıpırdamadan yatan diğer altı ayında ise İhsan Abi'nin ne yaptığını anlayamadığımız tedavisi ile şahlanıp ayağa kalkan Austin kamyonu hatırladım.. Yokuş yukarı çekmeyen, yokuş aşağı durmakta zorlanan, durdurabilmek için İhsan Abi'nin epey gerilerden frene iki ayağıyla basarak zorla durdurabildiği kamyonu..
    ***
         Bu bizim 'Austin' basit bir yokuşu bile çıkamaz, kedi gibi miyavlardı vallahi. Bütün Austin'ler mi öyleydi acaba? Çok iyi hatırlıyorum muavin Hüseyin Abi, güç bela çıktıkları yokuşta ikide bir takoz atardı altına. Bizim komşuların yokuşta çekmeyen arabayı arkadan ittirdikleri, yokuş aşağı da kasasından tuta tuta indirdikleri bu arabayla pek bir yere gitmek istemediklerini hatırlıyorum.. Neyse bu yazıyı biz burada keselim en iyisi. Bu kamyonlar konusu oldukça uzun bir konu sonra devam ederiz..
    ***
          Bir de iyice anladım ki, benim ölümüm bu Egeli'lerin elinden olacak arkadaş.. Biraz önce bizim balkonun altına iki bayan geldi, öyle süslü püslü'ler ki, gözlerde farlar, yanaklarda allıklar, başlarında modern hasır şapkalar falan. Siyah etek, kırmızı ayakkabılarıyla tam 'Suzan Avcı' görünümündeler. İçlerinden biri yukarıya bizim hanıma doğru sesleniyor "yemeğinizi yedinizmi? hadi bekliyoruz aşağıda!." Hanım "yedik yedik!" diyor, "iniyorum bekleyin!." Kadının sorduğu soruya bakar mısınız; "Ne yediniizz gıııı ?" vallahi öldüm gülmekten..

                                                         

    Yorum yazın

    İsim (Gerekli)
    Yorumunuz (Gerekli)

    Sayfada yer alan yorumlar kişiye ait görüşlerdir. Yapılan yorumlardan sitemiz hiçbir şekilde sorumlu değildir.

     

    Yazarın diğer yazıları

    GÜNÜN SÖZÜ

    Az şey bilirsek bir şeyin doğru olduğuna emin olabiliriz, bilgi artınca şüphede artar.

    SON YORUMLAR
    Sağlık İlaç Gıda Takviyesi Siyah Sarımsak