BolununSesi; Halkın Gazetesi

Refik Halit Karay.. İmam Durak.. Suat Amca.. Yılmaz Güney..

Erdoğan Mühürcüoğlu

    5 Aralık 2013

          Bolulu meşhur bir yazar daha buldum size; Mudurnu'dan İstanbul'a göçen Karakayış Ailesi'nden Maliye Baş Veznedarı'nın oğlu Refik Halit Karay.. Mudurnulu Karakayış'lardan yani.. Mehmed Halit Bey'in oğlu olarak 15 Mart 1888'de İstanbul'da doğmuş. Hukuk Fakültesi'ni bitirdikten sonra Maliye Bakanlığı'nda çalışırken nasıl olmuşsa gazetecilik tarafı ağır basmış o tarafa geçmiş.. Ondan sonra da başı bir türlü beladan kurtulamamış. O dönemin edebiyatında sık rastlanır cinsten biri olmadığından, külliyen her şeye muhalif biri olduğundan önce Sinop'a, daha sonra Çorum, Ankara ve Bilecik'e sürgün edilmiş. Ne doğru dürüst mesleği ne de parası var, İbibullah sivri külah derler ya öyle..
    ***
           Çok sıkıntılı günler geçirmiş. İşe bakın ki, döndükten sonra da rahat durmamış, yazdığı yazılar dert açmış başına, vatan haini ilan edilip Halep'e gönderilmiş.. Edebiyatçı olması burada işe yaramış olmalı ki, Atatürk'e yazdığı şiir ve mektuplar sayesinde yüzelli arkadaşı ile birlikte kendisinin de affedilmesini sağlamış.. Refik Halit Karay hakkında bilinen en ilginç taraf, adamı hem Osmanlı'nın hem de Cumhuriyet döneminin sürgüne göndermiş olması.. 18 Temmuz 1965 yılında da İstanbul'da vefat etmiş.. Arkadaşlarına sık sık 'soyadımı tersten de okuyabilirsiniz!" diyecek kadar da esprili bir adam Refik Halit Karay.. (Bunu son anda gözümü karartıp yazdım)
    ***
         Çok uzatmayalım bari; 'üslubun güçlü olacak ama abartıya kaçmayacan !" diyor, arkadaşım.. Arkadaşım kendini benim editörüm zannediyor. Ben bir şeyler yazarken hep yanımda olduğu için yazıları birlikte yazdığımızı düşünüyor; 'Abi diyor bi keşfederlerse seni, yaşadık ! Köşe olur muyuz?" 'İmza günlerinde sen tuvalete muvalete gidersen, ben imzalarım kitapları.. Tabi! diyorum 'ayıbettin..! Bu saatten sonra nasıl zengin olacaksak.." Dün kahvede oyun oynarken çay tabağıma dökülen suyu tekrar çayıma ekledi diye söylendim. Bozuldu, dargın gibiydi.. Neyse bugün düzelttik biraz..
    ***
          Zengin olmak deyince; Hisarcıklıoğlu anlatmış bir yerde; Yaşlı matematik öğretmeni durakta otobüs bekliyor. Lüks bir otomobil önünde durup "Hocam, buyurun, gideceğiniz yere bırakayım sizi" diye seslenmiş. Hoca eğilip sesin sahibine bakmış, "Pardon" demiş, "Tanıyamadım!" "Nasıl tanımazsınız hocam?" diye atılmış sürücü. "Remziyim ben, seksensekiz Remzi !" Hoca talebesinin kimliğini öğrenince araca binmeyi kabul etmiş ve öğrencisinin yanına kurulmuş. Ama hoca dayanamayıp "Yahu Remzi !" demiş. "Sen pek öyle ahım şahım bir öğrenci değildin, Matematiğin de çok zayıftı. Nasıl oldu da zengin oldun?" "Hocam !" diye başlamış Remzi söze. "Matematikten yine çakmıyorum. Ama bire alıp üç'e satıyorum ve aradaki yüzde üç'le geçinip gidiyorum..!
        'Öff be ! yapma be Şinasi ! ne Remzi Evren'i? yahu..! Hasta etme adamı..!
    ***
          Bazen hiç beklemediğiniz bir anda hayal bile etmediğiniz bir şeyle karşılaşır ve şaşırırsınız ya, bugün böyle bir şey oldu. Bir internet dergisinde rastladığım yazı ve altındaki fotoğraf çok şaşırttı beni..'1992 yılının yaz günleriydi' diye başlıyor yazı; 'Ayvalıkta tatildeydik ! Ayvalık sokaklarında dolaşırken rastladığımız küçük dükkanı, dükkandaki eski piyano ile yaşlı ayakkabı tamircisini hiç unutamadık.. Kızımın piyano ile ilgilenmesi üzerine tamircinin bize verdiği minik konseri de.. O gün koskoca aleti sanki bizimle konuştu sandık..'Çok şaşırmışlar; yazının başına da kocaman bir resmini koymuşlar ihtiyar ayakkabıcının.. 'Ayakkabıcı'nın ismini sormayı unutmuşuz yoksa size de söylerdik, nasıl pişman olduk!" diye bitiyor yazı..
    ***
            Taa 2007 yılına ait bir konu ama, heyecanıma engel olamayarak; çok sayıda ünlem işaretleri olan bir yorum yazdım altına 'Suat amca o!" dedim, benim ihtiyar arkadaşım Suat Bardakçı!
    ***
           Ayvalık'taki ilk günlerimdi.. Yalnız, sisli ve hüzünlü günler.. Orada tanıdığım ilk kişi ve sığındığım liman'dı Suat Amca. Dün gibi hatırlıyorum; gittiğimde yakındaki bir kahvehaneden çay söylemiş, 'ben sordum diye' Ayhan Işık'la nasıl tanıştığını anlatmıştı.. Dükkanın her tarafı eski Yeşilçam artistlerinin resimleriyle doluydu.. Ayhan Işık, Sadri Alışık, Türkan Şoray, Hülya Koçyiğit.. Eşref Kolçak ile Tugay Toksöz ise sobanın arkasındaki duvarda ayrı bir yerde.. Dergi'de Suat amca'nın sadece Piyano çaldığından bahsedilmiş ama, ben onun gençliğinde İstanbul'da ünlü gece kulüplerinde Baterist olarak çalıştığını da Akordiyon çaldığını da biliyordum. Ceketini yaz sıcağında bile çıkarmayacak kadar da nazik biriydi Suat amca.. Ayrılırken, kapıya kadar çıkmış 'hiç dert etme!" demişti 'alışırsın buralara.."
    ***
           Bazen tek bir cümle duyarsın, o öyle bir cümle olur ki, sahibini size üstat, arkadaş, yoldaş yapar, yol göstericin olur, verdiği öğütleri aklının bir köşesinde tutar hiç çıkartmazsın.. Öyle biriydi Suat Amca.. Vay anasını be ! dedim kendi kendime. 18 yıl geçmiş üstünden.. Philips marka, eski radyonun titreyen hoparlörlerinden cızırtılı mızırtılı dinlediğim ve Suat amca'nın da eşlik ettiği 'hicaz' şarkı'yı hatırladım, o ses hala kulaklarımda..
         'Yıllar ne çabuk geçti o günler arasından,
         'Bir tel saç onun kaldı bütün hatırasından..'
    ***
           Taa Ayvalıktaki Ayakkabı tamircisini anlatıp Bolulu 'İmamdurak' Mehmet Amca'yı anlatmazsak olur mu? Ases'in bakkal dükkanından yukarı çarşıya çıkan yokuştaki evde, evin sokağa bakan bir odasında ayakkabı tamirciliği yapan İmamdurak Mehmet Amca'dan? Ağzında küçük çiviler, önünde örs, ve elinde çekiç.. Yerde, köseleleri ıslattığı içi suyla dolu 'Vita' tenekesi, cins horoz ve kuş kafesleri.. Boyalı parmakları ile tuttuğu kadife bir bez parçası ile ayakkabı boyarken ya da ayakkabıların altına bir şeyler çakarken görürdük onu.. Bir de sigarasını yanakları çukurlaşıncaya kadar içine çekip her çekişinde öksürürken takır takır.. Kırk yerinden yamalı futbol topumuzu diktirmeye götürdüğümde görmüştüm; İğneye iplik geçirmek için kafasını geriye atıp iğne deliğine uzun uzun bakıyor, ve her denemesinde ıska geçiyordu iğne deliğini..
    ***
          Hepinizin yakından tanıdığını düşündüğüm bir abimiz var bizim, Atilla abimiz.. ve İmamdurak Mehmet amca ile ilgili bir de anısı.. Aynen şöyle anlatıyor; "İmam duraklar'dan Memet abi ve eşi Emine abla çok renkli insanlardı; iki kızı iki oğlu vardı, demli çay içer arada iki tek de atardı.. Kafası iyi olunca o kara kuru imamdurağa hiç doyum olmazdı. Başımızdan geçen hiç unutamadığım bir olay vardır ki, anlatmadan geçmek istemem. Kardeşim Tahsin ve ben 8 ve 13 yaşlarımızda öksüz kaldık.. Öksüz kaldık ama hayat bütün acımasızlığıyla sürüyor. Okul tatillerinde at sırtında Kıbrıscık'a gidiyor tatilin bitmesiyle de yine at sırtında Bolu'ya dönüyoruz.. Bu gidiş gelişlerin birinde Tahsin yolda ayakkabısını düşürmüş ve biz farkına varmadan Bolu'ya kadar gelmişiz..'
    ***
          'İki kardeş arasta içindeki bütün dükkanları dolaştık. Kardeşimin yolda düşürdüğü ayakkabının tekini yaptırmak istiyoruz ama 'Uğursuzluk getirir' inancıyla kimse yapmak istemiyor. Çaresiz, kara kara düşünürken bir gün 'deli Emine' abla çıktı geldi. Mehmet abi duymuş, deli Emine ablaya 'git Atilla'ya söyle tek ayakkabısını alsın gelsin !" demiş. Elimde ayakkabı ile gittim, 'Otu lan oğlum' dedi 'hiç üzülme sen, bak ben sana bir ayakkabı yapayım da görsünler bakalım tek ayakkabı yapılır mıymış yapılmaz mıymış.. İki gün içinde ayakkabıyı yaptı, hem de hiç para falan almadan. Yüzümüz güldü, kardeşim okula ayakkabılarıyla gidebildi.. 'Öksüzü güldürmek ne demektir? bunu ben bilirim..' Böyle diyor Atilla abi ve ekliyor 'Allah aşkına size soruyorum; kaçınız böyle bir insan tanıyorsunuz? unutamam Memet abiyi, unutamam..!
    ***
          Yılmaz güney ile Nebahat Çehre'nin başrol oynadıkları ve büyük bölümünün cezaevinin önünde çekildiği bir film vardı, belki hatırlarsınız. Turist otelin önüne atları bağlayıp, malzeme dolu otobüsü park eden film ekibi uzunca bir süre Bolu'da kalmışlar ve kaldıkları süre içinde renkli görüntüler oluşturmuşlardı şehirde.. O dönemin ünlü artistleri, figüranları, set işçileri, bütün gün Bolulu gençlerle birlikte Abantspor lokalindeydiler..
    ***
          Erol Günaydın, Ali Şen, Aydemir Akbaş, Hüseyin peyda, Yıldırım Gencer, Cahide Sonku ve isimlerinden değil ama, yüzlerinden hemen tanıyacağımız daha bir sürü figüran, sabahtan akşama yerli halkla çayına, kahvesine, pişti, konken, ya da bilardo oynayan bir sürü insan.. İşte böyle bir ortamda rejisör Yılmaz Atadeniz'in Bolu'lu gençlere de filminde rol vermek istemesiyle; Kemal şişman, bağlamacı İlhan Çelen, Enver Erten, fötr şapkalı pala bıyıklı bir ayakkabı boyacısı, ve ismini hatırlayamadığım bir kaç kişi ile ben havalara giriverdik..
    ***
          Çekimlerin başlayacağı gün cezaevinin önünde toplandık.. Güneşin çıkıp ortalığı yeni yeni ısıtmaya başladığı, aydınlık bir gün. O gün Yılmaz Güney Borazanlar Mahallesi'nden birine; Karayollar'ında çalışan tombulca bir adama okkalı bir yumruk atacak, yediği yumruğun etkisiyle yere düşecek olan adamı ben havada yakalayacağım. Fakat bunu bir türlü yapamıyoruz, zamanlamayı bir türlü tutturamıyoruz. Ya karayollarında çalışan adam, kendini aceleyle üzerime bırakıyor, ya da ben heyecanlanıp, erkenden adamın beline sarılıyorum..
    ***
          Yani görüntü aynen şöyle; Ben penaltı atılan kaleci gibi öne doğru eğilmiş, hafif hafif yaylanarak adama yumruk atılmasını bekliyorum. Rejisör 'motor' der demez hoop adamın beline sarılıveriyorum.. Bir, iki, derken Rejisör sinirlenmeye, burnundan solumaya başladı.. İkide bir arkasını dönüp, kenardan bizi seyreden Nebahat Çehre'ye 'gitti benim bilmem kaç metre film'im ! diye söyleniyor..
    ***
          Hayal bu ya; Rejisör; başrol oyuncularından Müjgan Ağralı ile başrol oynatsa diye hayal ettim durdum hep.. O yaşlarda hep öyle oluyordu ya; panayırlarda halka attıran kızlara, bazen de yerli bir filmin başrol oyuncusuna, hiç fark etmiyor abayı yakıveriyordun.. N'apacan, kavak yelleri, Testesteron..!
    ***
          Hatırlayanlar olacaktır; Yılmaz Güney, Bolu'da, restaurant'ın birinde aynalara durup dururken ateş etti diye tutuklanmış ve gazetelere manşet olmuştu. Yaptığı düpedüz küstahlıktı "Bugün aynalara ateş etti, yarın kimbilir kime' diye çok büyük tepki çekti.. Nebahat çehre ile evliydi. Yine cezaevinin önünde çekilen bir sahnede 'rol icabı' atın önüne geçip kendisini durdurmaya çalışan 'Paşaköy'lü gençleri 'gerçekten' tekmeleyince, gençlerle 'papaz' olmuş, onların elinden ancak jandarma marifetiyle kurtulabilmişti..
    ***
          İşe bak ! tam yazdım bitirdim aklıma 'Borazanlar kahvesi' geldi.. Bolu'ya gittiğimde uğramadan dönmediğim yer; çok özel bir mekandır orası da çook.. Çok renkli 'müdavim'lerince çok renkli anıların biriktirdiği bir mekan..
    Hoşça kalın.. 
                                                          

    Yorum yazın

    İsim (Gerekli)
    Yorumunuz (Gerekli)

    Sayfada yer alan yorumlar kişiye ait görüşlerdir. Yapılan yorumlardan sitemiz hiçbir şekilde sorumlu değildir.

     

    Yazarın diğer yazıları

    GÜNÜN SÖZÜ

    Kuvvete dayanmayan adalet âciz, adalete dayanmayan kuvvet zalimdir.

    SON YORUMLAR
    Sağlık İlaç Gıda Takviyesi Siyah Sarımsak Bolu Oto Lastik