33 senedir Bolu halkı bu gazeteyi okuyor. Gazetemizdeki mesaj ve yorumlar, ne kadar çok okunduğumuzun KANITIDIR

Şeref Hanım.. Okul bayrağı.. Konser..

Erdoğan Mühürcüoğlu

    12 Aralık 2013

        Dün gece '1920 yılının mayıs ayıydı' diye başlayan bir kitap okudum.. İstiklal Savaşı'nın en caf caf'lı olduğu bir dönemi Hisar Tepesi'nde isyancılarla Milli kuvvetlerin göğüs göğüse verdiği savaşı anlatıyor.. Bolu'ya, başlarında Binbaşı İhsan Bey'in olduğu 'Milli kuvvetler'den bir müfrezenin geldiğini, o sırada kapalı olan Bolu Lisesi'ne yerleştirilen müfrezenin birkaç gün sonra padişah yanlısı isyancıların saldırısına uğrayıp çok sayıda kayıp verdiğini ve Milli kuvvetlerin isyancıların okulu yağmalamasına, okulun meşhur 'atlas bayrağı'nı alıp götürmelerine engel olamadıklarını anlatıyor..
    ***
         Tabaklar Hamamı'nın karşısındaki iş yerinde yıllarca esnaflık yapan Saip Zorlu' yu tanımayan var mıdır aramızda? İstiklal Savaşı yıllarında yedek subay olan ve neredeyse bütün cephelerde savaşan?.. Bolu Belediyesi'nin bastırdığı 'Bolu'lu Şehitler' isimli bir kitap var, kitapta Saip Zorlu'nun taa Çanakkale Savaşları'ndan itibaren bütün cephe'lerdeki fotoğraflarına, anılarına yer verilmiş; eğer bu kitaptan yoksa elinizde, edinmenizi tavsiye ederim.. Kuşe kağıda bastırılmış 'kitap-broşür' arası bir şey..
    ***
          Okuduğum kitapta en çok okulun Bayrağının çalınmasına dikkat çekiliyor; Yedeksubay Saip Zorlu'nun İzmir'de askerleriyle dolaşırken, ellerinde Bolu Lisesi'nin 'atlas' bayrağı olan yağmacılara rastladığı, Bolu'da yaşanan olaylardan haberdar olan Saip Bey'in yağmacı gurubun arasına dalarak bayrağı geri aldığı ve Bolu'ya döndüğünde tekrar okuluna götürüp teslim ettiği..
    *** ***
           Aslında ben gerçekten üşengeç bir insanım, böyle yazarken çizerken göründüğüme bakıp aldanmayın. Cep telefonundan mesaj bile yazamadığımı herkes bilir.. Arkadaşım Şinasi'nin gayreti de olmasa yandım.. Neyse ki onun aklına herşey geliyor. Kendi demesine göre İham geldi mi beyninde yıldırımlar çakıyormuş.. 'Abi, tıkanıp kalırsan beni bekle' diyor 'sakın kendi başına yazma..' Mesela diyor; bu sefer şeyi yazalım; 'hani çocukken gazoz şişesini çalkalayıp çalkalayıp fışkırtıyormuşsunuz birbirinize, bir köşeye gizlenip; gelene, geçene su tabancasıyla su sıkıyor muşsunuz, işte onu tekrar yazalım, satır aralarına da Esra-Ceyda kardeşleri 'ciciş' leri sıkıştırırsak öff! sen yazıdaki renge bak..
    ***
          Bir defa bir şeyi de diline dolamasın, hapı yuttun.. 'Abi sen istesen 'ciciş' ler üzerine roman bile yazarsın 'Best seller' oluruz.. "Esra-Ceyda kardeşlere senin kitabın tanıtımını yaptırırız. Abi bildiğin gibi değil çok uyanık kızlar!" "Tamam yazalım" seni mi kıracağız ama; bu kızlar Bolulu mu? diyorum 'yok ya, ne Bolulu'su, ama sen onları Bolu'lu diye yutturursun be abi ! 'Yok olmaz' diyorum; bizi okuyanlar çok uyanık, hemen fark ederler, adamlar cin gibi..
    ***
          Bir fotoğraf bu kadar çok şeyi hatırlatabilir mi bilmiyorum ama 'Eski Bolu Fotoğrafları Sitesi'nde Hükümet Konağı'nı cayır, cayır yanarken gösteren bir fotoğraf var, ne zaman bu fotoğrafa baksam, bizim Ergin Sokak'ta, içinde talaş sobası, bahçesinde erik ağacı olan, avlusu kocaman taşlarla döşeli evi, ve o evde babaannemden dinlediğim bir hikayeyi hatırlatır bana..
    ***
          Babaannem Balkan muhaciri olarak Bolu'ya geldikten ve kocaları tek, tek ölüp kendisi "yad eller' de tek başına kaldıktan sonra mahallenin ileri gelenleri devreye girmiş ve rica minnet ona vilayet binasında bir iş verilmesini sağlamışlar.. O devirlerde KPSS filan gibi bir sürü engel mengel olmadığı için, işe alınması hiç zor olmamış.. İş dediğin de öyle ahım şahım bir iş değil, odacı gibi, müstahdem gibi bir şey.. Amaç kadının üç beş kuruş geliri olsun, ele güne muhtaç olmadan yaşantısını sürdürebilsin, çocuklarının nafakasını çıkarabilsin..
    ***
          Gel zaman git zaman babaannem ne yapmış etmiş kendini burada sevdirmiş kendisi gibi orada çalışan bir iki kadınla ahbap olmuşlar. Sohbet muhabbet günler gelip geçiyormuş. Derken ona olan güven ve itimat da oluştuktan sonra, Vilayet binasının anahtarlarını babaanneme teslim edip 'Şeref Hanım, artık sabahları erkenden sen gelir, kapıları sen açarsın' demişler. Şeref hanım erkenden 'etekleri sokakları süpüre süpüre' gidiyor, Hükümet Konağı'nın kocaman kanatlı kapılarını açıp içeri girdikten sonra, üst kattaki bekçi efendinin yanına çıkıyor, geldiğini haber verip işinin başına dönüyormuş..
    ***
          Bekçi efendi aklı başında, namazında niyazında, evinden işine, işinden evine gidip gelen hoş sohbet 'tombiş' bir adammış.. Onun görevi gece sabaha kadar binanın içinde bir iki tur atmak, sonra yoldan geçenlerin onu ilk bakışta görebilecekleri şekilde ayarlanmış odasında, pencere kenarında oturmakmış. Sürekli aynı yerde pencere kenarında otururmuş ki, dışardan görenlerin aklına hırsızlık falan gibi şeyler gelmesin, caydırıcı olsun..
    ***
           Karakış'ın hüküm sürdüğü soğuk bir kış günü, babaannem Şeref hanım yine Hükümet Konağı'nın kapılarını şangur şungur açıp üst kata çıkmış. Bekçi efendi her zamanki yerinde, pencere kenarında iskemlesinde oturuyor dalgın dalgın caddeyi seyrediyormuş.. Babaannem "sabah şeriflerin hayrola Bekçi efendi !" dediğinde Bekçi efendi duymazdan gelmiş, hiç oralı olmamış. Yeniden "Huuu Bekçi efendi !" diye seslendiğinde yine cevap alamamış.. Şeref Hanım Bekçi efendinin kalp krizi geçirmiş olabileceğini düşünüp hızla yanına koşmuş, Bekçi efendiyi arkasından dürtmüş "Bekçi efendi, bekçi efendi..!"
    ***
          Bekçi efendiyi arkasından dürtünce ne olmuş biliyor musunuz ? Bekçi efendinin başı bir tarafa gövdesi başka bir tarafa büyük bir gürültüyle yuvarlanmış.. Babaannem de korkudan bir başka köşeye yığılmış.. Polisler, jandarmalar bir o tarafa, bir bu tarafa koşuşturmuşlar ama nafile. Araştırmalar, soruşturmalar aylarca sürmüş. Sonunda hemen yan taraftaki alay'dan iki askeri bu işin sorumlusu olarak yakalamışlar, onlar da suçlarını itiraf etmiş..
    ***
           İşin aslı sonradan anlaşılmış.. Vilayet binasına zaman zaman çeşitli vezne'lerde kullanılmak üzere küçük torbalar içinde 'banknot' paralar gelirmiş. Yine o gün muhafızların koruduğu iki çuval para geldiğini gören 'alay'da görevli iki sabıkalı asker, gece yarısı arka kapıdan binanın içine süzülüvermişler.. Bekçinin kendilerini daha sonra tanıyabileceğinden korkan iki kafadar, bekçiyi öldürmüş.. Olay bir süre fark edilmesin diye, bekçi'yi iskemlesine oturtup çuvalları yüklenip kaçmışlar. Çuvallar birkaç gün sonra, içindekilerle birlikte Karaçayır'da bir çöplükte bulunmuş..
    ***
          Bu iki sabıkalı askerin o gün hayatlarının en büyük hatasını yaptıkları; o gün gelen çuvallarda bu defa onların düşündüğü gibi para değil, devletin yazışmalarda kullandığı ve kimsenin işine yaramayacak olan 'resmi pullar' olduğu sonradan anlaşılmış.. Bunları anlatırken babaannem hala, korkudan üşüyormuş gibi titrerdi..
    *** ***
          Bir yaz günü idi, galiba temmuz falan.. Askere giderken evin çok gizli bir bölmesinde sakladığım mektupları, yokluğumda, kimsenin kolay kolay bulamayacağı bir yere taşımıştım. Yıllar sonra evin satılması gündeme geldiğinde bu mektuplar geldi aklıma; nereye koyduğumu bile unuttuğum bu mektuplar.. Bir korku sardı içimi. Bulan biri belki pek fazla üzerinde durmayacak, bakıp geçecekti; ama ya fotoğraflar! Bir ara 'eve operasyon yapıp girsem' diye de düşündüm ama sokağa girer girmez biri çıkıp tanıyacak hal hatır soracak, benimle gelmek isteyecekti bunu biliyordum..
    ***
          Gündüz gözüyle olacak iş değildi yani. Bir tek; hırsız zanneden polislere yakalanma pahasına da olsa 'gece gitmek' kalıyordu. Bir yaz günüydü, galiba temmuz.. Yatsı ezanından, ve sokaklarda kimsecikler kalmadıktan sonra soluğu bizim eski evde aldım.. Ne oldu biliyor musunuz? her şeyi göze alıp arka bahçeden gizlice eve süzüldüm.. Benim kalın defter belki 'Eski radyolar gibi, tavan arasına saklanmıştır' diye toz toprak içinde sürünerek bulmaya çalıştım tavan arasında. Sonunda da buldum..
    ***
           Nasıl sevindim, o sevinçle oradan ayrılacakken biraz ileride 'Körüklü' bir evrak çantası daha görünce gözlerime inanamadım.. Onu da aldım yanıma.. Hani bazen 'Nostaljik Bolu fotoğrafları' gurubunda 'Babamın evrak çantasından' notu ile paylaştığım bazı fotoğraflar var ya, hah işte, o fotoğraflar o çantadan çıkanlardan. Çocukluk yıllarına ait mektupları, fotoğrafları kurtarmak isterken elime 1940'lı yıllarda rahmetli peder'in anneme yazdığı mektuplar.. Bir çanta dolusu mektup..
    ***   ***
          Kasaplar içi diye anılan bir sokak vardı çarşıda bilirsiniz; İşte orada, manda kıyması satan bir dükkan vardı, galiba bir tek orada satılırdı manda kıyması..  Her gidişimde, takım elbiseler içinde, kravatlı, gömlek kolları manşetli, şık görünümlü, beyefendi bir kasap görürdüm orada; Kapıda sinek girmesin diye konmuş, şıkır, şıkır boncuklu, tepeden aşağı sarkan 'sinek engelleyici'sini elinizle aralayıp giriyordunuz.. Sonra o kasap dükkanında gördüğüm adam belediye dükkanlarından birinde konfeksiyon mağazası açtı. Hatta hiç unutmam 'Çağla' isimli bu dükkan bir yarışmada 'en güzel vitrin' dalında birincilik kazanmıştı..
    **
         İşte bu manda kıyması satılan dükkanın oralarda ara sokakların birinde bir küçük dükkanda ayakkabı tamircisi bir yaşlı adam vardı, kısa bir süre çalıştı sonra da kayboldu gitti.. Düzce'liydi; o zamanlar anlatırlardı; çok neşeli 'keyf erbabı' biriymiş.. Düzce'deyken hiçbir filmi kaçırmaz, hiçbir konserden geri kalmazmış. Hatta konserlerde kendini o kadar kaptırırmış ki, sahneye attığı şapka, oynayan dansözlerin hepsinin elinden geçermiş..
    ***
          Bir seferinde Düzce'de Bayram sinemasının önündeki  kalabalığı görünce dansözlü mansözlü konser var zannetmiş, en önden bir bilet alıp koltuğuna keyifle kurulmuş.. Düzce Türk Sanat Müziği Korosu'nun gösterisi başlayıp dansöz mansöz olmadığını anlayınca da usulca terk etmiş sinemayı.. Çok anlattılardı o sıralar bunu.. Yemenici 'Koca Topçu' vardı onun dükkanının yanında mı neydi adamın dükkanı..
           Hoşça kalın..
    (fotoğraf selahattin İkiz arşivinden- Kurtuluş savaşında Hisar tepesi)
                                                             

    Yorum yazın

    İsim (Gerekli)
    Yorumunuz (Gerekli)

    Sayfada yer alan yorumlar kişiye ait görüşlerdir. Yapılan yorumlardan sitemiz hiçbir şekilde sorumlu değildir.

     

    Yazarın diğer yazıları

    GÜNÜN SÖZÜ

    Şüphe etmek, bilmeye atılan ilk adımdır.

    SON YORUMLAR
    Sağlık İlaç Gıda Takviyesi Siyah Sarımsak