Basın Konseyi dışında, hiçbir gasteci cemiyetine üye değiliz

Üçüzler.. Arkası yarın.. Deryapaşa.. İdris..

Erdoğan Mühürcüoğlu

    5 Mayıs 2014


          Vallahi helal olsun ! Sayfanın bir tarafında Celal Bayar öbür tarafında İsmet paşa, en tepede de Atatürk var.. Hitler'in, Mussolini'nin dünyaya 'duman attırdığı' yıllar.. Baktım; bizimki gazetenin baş köşesine kurulmuş.. Hem de Cumhuriyet Gazetesi'nin birinci sayfasına.. Yahu senin ne işin var orda..! Yanına Münevver Teyze'yi de almış; kucağında da üç tane bebek.. Her biri 'külah' gibi bir şeyin içinde üç tane yeni doğmuş bebek, 'üçüzler..'
    ***
           Habere bakar mısınız? 'Bolu'nun Akpınar Mahallesi bekçisi Kamil Ağa'nın hanımı Münevver, Belediye ebesi Ayşe hanımın yardımıyla üç tane erkek çocuk doğurmuştur. Yavruların her üçü de yaşamaktadır ve annenin sıhhati yerindedir..' Haber bu kadar değil, başka ayrıntılar da var ama özeti böyle.. Bir de fotoğraf koymuşlar, altında 'Fotoğrafımızda yavrular bir günlük iken anneleri babaları ve ebe Ayşe hanımla birlikte görülmektedir' diye yazıyor.. Yıl 1934 ve Cumhuriyet Gazetesi'ne manşetten girmiş 'bizimkiler'.. Helal olsun !
    ***
          İstesek bu üçüzleri bulabilir miyiz acaba diye düşündüm.. İsimleri belli nasıl olsa, Akpınar Mahallesi'ne 'Akçakavak' Köyü'nden gelmişler.. Bekçi abi arada sırada şehir içinde de bekçiliğe çıktığından, çarşı esnafından da tanıyanlar olabilir onları.. İlk doğan çocuğa 'Gazi' ikincisine 'Mustafa' üçüncüsüne 'Kemal' adı verilmiş .. Belki de gazeteye haber oluşları bu yüzden.. "Gazi Mustafa Kemal..!" Kamil Ağa iyi denk getirmiş..
    ***
          Bizim arkadaşı aradım.. 'Şu işe bi el at, bulalım şu çocukları' dedim 'tanıyan falan var mı? Bi bak, 'üçüz' oldukları için kolay bulunurlar.. 'Senin elin kolun uzun' falan da dedim gaza gelsin diye.. Hemen atladı 'ayıpsın abi!' dedi on dakka'da iş biter, on dakka sonra sana dönerim..' On dakka bile sürmedi, döndü.. 'Abi kusura bakma, ama seni şiddetle kınıyorum' diyor.. Kafadan bi hesap yapmış 'bi el at da bulalım' dediğim çocuklar en az seksen yaşında; babaları bekçi Kamil Ağa'da 'yüzonbeş' yaşında falan oluyormuş.. 'Abi sen bennen maytap mı geçiyorsun' diyor.. Kınıyormuş beni.. Haklı tabi, özür diledim..
    ***
          Bir keresinde de Bolu'da böyle bir kınama cezasına çarptırılmıştık.. Çok sevdiğimiz birinin cenazesine gitmişiz.. 'Hadi, gelmişken bir de eski dostlara, ahbaplara da uğrayalım, ölümlü dünya' falan diye onları da ziyaret etmişiz.. Orada oturmuş sohbet ederken arkadaş fotoğraflar gösteriyor bize.. 'Bu Piç Afer'in oğlu falanca, bu ayakta duran Malak Ayhan'ın oğlu, şu karşımızdaki Deve Erkan, şu yan tarafta mavi gömlekli olan Eşekci İsmail'in kardeşi; hani 'Ayı Emin' var ya, onun mahallesinden.. Göbek Cengiz, Satır Ayhan.. 'Peki bu kim? diye soruyorum, 'o da ben' diyor 'ben Ahmet', sonra eksik kaldığını anlayıp tamamlıyor 'Ben de Dombay Ahmet.. ! Hahhh haaayyyttt..!  Dombay Ahmet ama hangisi? Bolu'da bir sürü Dombay Ahmet var..
    ***
           An, gelir olana bitene bir anlam veremezsin, tutulur kalırsın hatta.. Tüm bildiklerinin yanlış olduğunu farkedersin.. Nasıl da anlamadım dersin, nasıl da anlayamadım.. Planladığın hedeflere giden yollar uzadıkça uzar, sen gidersin yol da seninle beraber gider, gölgen gibi yani, birlikte gidersiniz bitiremezsin.. Aaaa ! dersin bu bizim İsmet değil mi? Vay be! 'ulan İsmeeeet..! dersin' Tüh be !.. Ağlayacak gibi olursun, kendini avutmak için 'Gazoz kapaklarımı çalmıştı ama !' dersin, 'hem de 'Çamlıca' olanları..! Çıkar oturursun bir duvarın üstüne bir sigara yakar dumanını burnundan çıkartırsın.. 'buraya gelir, dumanı böyle burnumuzdan üflerdik , gülmekten karnımız ağrırdı..' Dalar gidersin taaa nerelere..
    ***
          Bugün, tam ölüm anında salgılanan bir hormon olduğunu duydum ve bir yaşıma daha girdim.. Ölmek üzeresin, ölümle burun burunasın, o anda beyninde salgılanan bir hormon, seni farklı bir boyuta geçiriyor, zevkten dört köşe oluveriyorsun.. Hani tam ölmek üzere iken 'direkten dönenler' falan var, hayatları film şeridi gibi gözlerinin önünden geçenler; işte onlar 'DMT' hormonu etkisiyle hayatlarının en mutlu en zevkli anlarını yaşıyorlarmış.. Bu hormon, insan yaşamında yalnız 'bir kez' salgılanıyormuş, o da tam ölürken, tam 'kuyruğu titretecekken..' Hayatımda duyduğum en güzel haber.. Hani derler ya bazıları için 'ölemiyor, ettiklerini çekiyor' diye; öyle değilmiş o iş.. Keyfi o kadar yerindeymiş ki adamın, ayağa kalkabilse 'işteee gidiyoruum, arkamaaa bakmadaaan, Şikayeeet etmedeeeen..! diye bir şarkı patlatacak başında bekleyenlere.. (Böyle de bir karikatür vardı galiba)

    İşte gidiyorum
    Birşey demeden
    Arkamı dönmeden
    Şikayet etmeden
    Hiçbirşey almadan
    Birşey vermeden
    Yol ayrılmış, görmeden gidiyorum..
    ***
        
          ARKASI YARIN..
          Babam rahmetli şakayı severdi.. 'Hadi hazırlanın, İzmir'e gidiyoruz' deyince gerçek zannedip heyecan yapmıştık.. Radyo istasyonlarında gezdirmişti bizi.. Sonradan gerçekten gördüğümüz şehirlerin hiçbiri 'Philips radyo' ibresi ile yaptığımız yolculuklardan daha güzel değildi..
    ***
           'Falanca yazarın aynı adlı eserinden' diye başlar, 'Radyoya uyarlayan Mahir Canova' diye devam ederdi.. 'Mahir Canova, efekt Korkmaz Çakar, seslendirenler; falanca, falanca, falanca..' Yıldırım Önal daha konuşmaya başlar başlamaz korkardım ondan, farklı bir ses, farklı bir konuşma tarzı.. Fıkra bile anlatsaydı korkardım herhalde rahmetliden.. "Stella, Stella" diyen sesi hala kulağımda.. Hayatla bir türlü uzlaşmayan, belki de bu yüzden içkiyle başı hep derde giren Yıldırım Önal.. Kimin yanında açsam bu mevzuyu, 'Mikrofonda tiyatro'yu, hemen başlıyor anlatmaya.. Kimse unutmamış, hem de o kadar yıl geçtiği halde üzerinden..
    ***

            DERYAPAŞA..
            Yıldırım Önal deyince de bakın ne geldi aklıma; 'Ey gidi Cerrahpaşa içmem suyunu içmem' diyor ya Volkan konak; dikkat ediyorum da, ben eşlik ederken, hep 'Deryapaşa' oluyor o bölüm.. Adam 'Cerrahpaşa' diyor, ben 'Deryapaşa..! 'Ey gidi Deryapaşa içmem rakından içmem.. 'Deryapaşa'yı bilmeyen var mı?.. Buket Meyhanesi  neyse, Deryapaşa da o.. Belediyenin arkasında bir yer, güzel bir mekan..
         'Gözlerine şarkı seçtim,
         Senin için candan geçtim..'
    ***
           Sararmış, silinmiş film karelerinde, kenarları 'tırtıklı' fotoğraflarda unutulmaz yüzler, unutulmaz isimler.. Şimdiki belediye binası daha yeni yapılıyor, kamyonlar, kepçeler harıl harıl çalışmakta.. Arka tarafta da Deryapaşa var.. Herkesin bir yerlerle ilgili anıları vardır ya, benim anılarımın çoğu da 'Deryapaşa' ile ilgili.. 'Deryapaşa'nın sahibi galiba İsmail isminde biriydi. Bir de emekli öğretmen vardı sabahları 'mekan'ı ilk önce açan.. Sonra, Belediye inşaatının mimarından mühendisine kadar bütün önemli kişileri teker teker 'damlamaya' başlarlardı.. Alpağut Köyü'nden İzzet Abi vardı mesela; Rahmeti Kemal Davarcıoğlu'nun dayısı, inşaatların demir işlerini yapan.. İnşaatın her alanını görebildikleri; işçileri, ustaları kalfaları uzaktan kontrol edebildikleri için oraya geliyorlardı sanırım.. Planlarını, projelerini masanın üzerine yayıp üzerinde çalışabildikleri uygun bir yer olduğu için belki..
    ***
           Sonra rahmetli 'Oktay Tekmen abi' gelirdi, koltuğunun altında plan ve projelerin olduğu dosya ile.. Peşinden de daha önceleri hep Kamil Bilgihan'ın yanında görmeye alışkın olduğumuz Ergun Dalsar.. Ee tabi söğüt gölgesi de olmadığı için orası, akşama doğru da çoğu 'refakatli' olarak dönerlerdi evlerine.. Oktay abi de öyle tabii.. Yalnızlık zor iş, üstelik vaktinde bitirmek zorunda olduğunuz bir sürü işiniz varsa.. Kendisine göz kulak olsun yardımcı olsun diye gönderilen yakınlarından bir arkadaşı hatırlıyorum.. Önceleri her şey planlandığı gibi gayet güzel giderken Oktay bey ile İstanbul'dan gelen arkadaşın rolleri değişmiş; İstanbul'dan gelen 'muhafızı' yalvar yakar içki masasından kaldırıp eve götürmeye çalışırken görmeye başlamıştık Oktay abiyi.. İstanbul'dan gelen ve her akşam küfelik olan muhafızını meyhanenin kapısında beklerken..
    ***

          İDRİS..
          O yılların, (1965-75) sadece Bolu'nun değil  İstanbul Ankara dahil bir numaralı restorantıydı 'İdris'.. Rahmetli İdris Bey, ileriyi gören, kalite için hiçbir şeyden kaçınmayan bir şahsiyet.. Oğullarından Abdullah bu nedenle Almanya'da gözlemlerde bulunmuştu yanlış hatırlamıyorsam.. Diğer kardeşleri yine rahmetli İsmail ve Murat vardı bir de.. Yani 'Aile boyu' bir işletme.. Göz alıcı bir dekorasyon, kapıdan girince boydan boya uzanan bir bar.. Genellikle Bolu'nun ekabir takımının akşamları bir araya gelip arka taraftaki bölümde yiyip içtikleri güzel nezih bir  yer..
    ***
          O zamanlar şehirlerarası yolcu otobüsleri de şehrin içinden geçiyorlar.. Başta 'Varan Turizm' olmak üzere bir çoğu yemek molasını burada veriyor.. Yolcular molcular, şehre yayılmış, bir curcuna, bir canlılık; her taraf rengarenk.. Biz de bir kaç arkadaş her gelen otobüsün başındayız.. Taa 'Baykan'ın oradan otobüsün yanında koşarak geliyoruz 'İdris'in önüne kadar.. Deli Ali önde biz de arkada otobüslere 'escord' luk yapıyoruz.. Sığır pazarında su satıp para kazanıyor sonra da saçları limon ile tarayıp buraya; otobüslerin başına geliyoruz..
    ***
          Sığır pazarında 'cilalı İbo'yuz, 'İdris'in önünde 'Ediz Hun' ya da 'Göksel Arsoy..' Allah'ın işi bu, belli mi olur? Türk filmlerinde her şey olmuyor mu? 'Fakir oğlan, zengin kız' durumları..?  İdris Bey'in vefatından sonra, İşletme duraklama devrine girdi. Daha sonra  o güzelim müessese  yürütülemedi nedense.. Abdullah galiba pideci oldu, İsmail ise bir süre daha devam etti burada.. Murat, tam emin değilim ama güney'de bir yerlerdeydi, tatil yerlerinde falan çalışıyordu en son.. Deryapaşa'dan bahsedince İdris restoran geldi aklıma.. Köşe taşlarıydılar bu müesseseler bir zamanlar.. Neyse yine fazla uzattık, burada bitirelim bari.. Hoşça kalın..

                                                      

    Yorum yazın

    İsim (Gerekli)
    Yorumunuz (Gerekli)

    Sayfada yer alan yorumlar kişiye ait görüşlerdir. Yapılan yorumlardan sitemiz hiçbir şekilde sorumlu değildir.

     

    Yazarın diğer yazıları

    GÜNÜN SÖZÜ

    Ne kadar zengin ve müreffeh olursa olsun, istiklâlden mahrum bir millet, medenî insanlık karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye lâyık sayılamaz.

    SON YORUMLAR
    Sağlık İlaç Gıda Takviyesi Siyah Sarımsak