BolununSesi; Halkın Gazetesi

Ya evde yoksan.. Fotoğraflar..

Erdoğan Mühürcüoğlu

    4 Ocak 2017

        YA EVDE YOKSAN.. FOTOĞRAFLAR..
         Şapkamı, gözlüğümü düzelttim, ceketimin düğmesini yokladım, girdim içeri.. Baktım İlkokul arkadaşım makamında.. İnsan yedisinde neyse yetmişinde de o.. Odada İlk dikkatimi çeken masanın üzerindeki yarısı yenmiş elma ile kabak çekirdeği külahı.. 
    * * *
         Son yazım hakkında konuştuk.. 'Haklısın' dedim 'Sadık'ı atlamışım.. Nezihi Başçavuş'u da daha önce yazdık diye yazmadım.. 'Olmaz ki!” Diyor. 'Deliler kategorisinde piramidin en tepesindeki kişi bunlar.. Üçüncü Hasan, dördüncü Ömer.. 'Hasan'ı yazarken Melek Hanım'ın küçük oğlunu da yazmalıydın.. Onun Kanada'da profesör olduğunu.. Yaz bunları anam babam, yaz bunları..!” 
    * * *
         Sadık'ın ölüm haberini Ayhan Altunç Abi'den duymuş İlkokul arkadaşım.. Ayhan Altunç bir gün 'Burası Bolu Belediyesi İlan neşriyat bürosu' diye başladığı anonsunu Sadık'ın vefat haberiyle bitirmiş.. 'Eş, dost ve akrabalarına teessürle duyurulur' demiş kapatırken..
    * * *
         Toraman'ın Meyhanesi'nden gelen 'sesinde şarkısı aşkın, figan olup gidiyor' şarkısı.. Koca Kamil'in Kahvesinin civarı, Bakkal Recai'den yumurta pazarına, oradan da Mustafa Başaran Hoca'nın evine uzanan sokaklar.. Elinde ispirto şişesi, omzunda sazı ile Sadık.. Düğmeler kopuk paçalar sökük, orasında burasında çengelli iğneler.. 
    * * *
         Zaman zaman büyük suya balığa giderken rastlardık ona.. Kah bir mezarlığın kuytu bir köşesinde, kah Fırka'da bir çam ağacının altında.. Kış aylarında ise biraz daha muhafazalı yerlerde.. Çoğunlukla da kasaplar içinde İsmail Ağa'nın fırınında.. 'Sıva ustasıydı Sadık' diyor arkadaşım.. 'Çok güzel çamur sıva yapardı.. Emine isminde bir kadınla evliydi.. Örencik Köyü'ndeydi evleri..
    * * *
          'Beni biliyorsun Erdoğan'cım' diyor.. Hiç bir acı eşin kaybındaki kadar ağır olmuyor.. Ne olduysa eşinin vefatından sonra oldu.. Eve köye sığamadı Sadık.. Boylu poslu, kapı gibi adam günden güne çöktü.. Sonra İspirto.. Elden ayaktan düşürüp çalışamaz duruma getirdi onu.. 'N'apsın Sadık? Kambur felek felek olsa, benim 5 yaşındaki çocuğumu Çığırtkanlar'da ağlatmazdı..! 'Boş ver' dedim 'geçen sefer de dedin.. Günaha girme.. Tövbe de..'
    * * *
         Çıktık.. Arka sokakta oturan Cemal Safi'nin evinin önünden geçtik.. 'Şairin Yeri' idi eskiden orası.. Yıkmış, yerine 'Ya evde yoksan' Apartmanı yapmışlar.. Cemal Safi'nin meşhur şiiri 'Ya evde yoksan' O kadar denk düştü ki bu şiir Sadık ile ilgili konuştuklarımıza.. 
    *
        Ya yolu kaybettim ya ben kayboldum
        Ne olur bir yerden karşıma çıksan
        Tepeden tırnağa sırsıklam oldum
        İçim ürperiyor; ya evde yoksan.
    *
        Elbisem gündelik pabucum delik
        Haberin olsa da sobayı yaksan 
        Yağmur iliğime geçti üstelik 
        İçim ürperiyor, ya evde yoksan..
    *
        Ne kadar üşüdüm nasıl acıktım
        İlk önce sıcacık banyoya soksan
        Sanırsın şu anda denizden çıktım 
        İçim ürperiyor, ya evde yoksan...
    *
        Yanlış mı aklımda kalmış acaba 
        Muhabbet sokağı numara doksan
        Boşa mı gidecek bu kadar çaba 
        İçim ürperiyor, ya evde yoksan..
    * * *
         DALGINLIK..
         Ben de, bu dalgınlığımın sebebi ne diye düşünüyordum.. Ohoo; daha ne dalgınlıklar varmış meğer.. Arabanın çakmağıyla sigara yaktıktan sonra üfleyip camdan atan adam vardı geçen sefer yazdığımız..
    * * *
         Sonra Sanat okulunda Muzaffer Hoca'nın öğrenci zannettiği, çocuğu 'kravat nerde lan! diye dövmesi.. Çocuk 'Hocam bi dakka' dedikçe basmıştı tokadı Muzaffer Hoca.. Ertesi gün Aşçıbaşının 'Bizim çırak korkudan işe gelemiyor' demesiyle ortaya çıkmıştı skandal.. 
    * * *
         İlaçlarını içirmeyi unuttularsa kendine zarar vermeye başlayan birinden de bahsetmiştik.. Hastalık alevlendi mi, kendi kendine konuşur, hayal görür, kulağına sesler gelir.. Büyük Cami'ye gider.. Cemaatin arasında topukları çıkmış çoraplarla, yatar kalkar.. Yüzünde, kolunda kedi tırmalamış gibi yaralar.. 
    * * *
         Bir de babaanne var evde.. Her şeyin kırığını alan.. Kırık pirinç, kırık yumurta.. Bakkal Ases'e; 'Kırık peyniri bana ayırsan Hüseyin Efendi' diyen.. Pirincin, peynirin yanı sıra kalbi de kırık.. Kapının önünde yatan hurda kamyon ve onun sahibi, oğlu.. Bazı geceler uyanıp bahçede, karanlıkta sigara içen adam.. Anasının 'Ağla ağla! açılırsın İhsan!” dediği.. 'Ağla ağla açılırsın İhsan..!” 
    * * *
          Eğer Hikaye, mikaye gibi şeyler yazıyorsanız, konu ile alakası olmayan her şeyi çıkartın yazınızdan' diyordu Çehov.. Eğer yazının bir yerinde 'duvarda bir tüfek asılıydı” demişseniz, öylece bırakamazsınız.. Hikayenin bir yerinde o silah mutlaka patlamalıdır, patlamayacaksa, duvarda asılı olmamalı..'
    * * *
         'Sanat merkezinin önünde antika bir top vardı' diye başlamıştım aslında.. ve içinde acaip cafcaflı cümleler kurduğum acayip bir yazı olacaktı yazıya.. Sonra Çehov'un o sözleri geldi aklıma; ya topu patlatacam, ya da o bölümü çıkartacam yazının içinden.. Çıkarttım tabii.. Aslında bir tarihte Tarsus'da ilan ettiğimiz şampiyonluğu top atışları ile kutlamamız var.. Belki oradan girebilirdim konuya.. Berber Fadıl abinin başı çektiği şenlikleri anlatarak.. Vaz geçtim..
    * * *
         Çolak Tahir'in 'Ferah Oteli'nden çıkan, omzu heybeli amcalardan bahsedecektim yine.. Paşa Efendinin havuzlu kıraathanesinde nargile fokurdatan efendileri anlatarak süsleyecektim yazıyı. Hacı Dehri'nin hanı, Kerim Keske'nin 'Karadeniz', Ahmet Özdemir'in 'Abant' Oteli'ni anlatacaktım.. Sonra Mahfeli anlatacaktım.. Mahfel olmazsa olmaz tabii..
    * * *
         Ben en çok Mahfeli severdim.. Çıkıp gitsem oraya derdim kendi kendime.. Kimselere görünmeden.. Bir çay söylesem, sevdiğim bir kitabı açsam, arada bir etrafı kolaçan etsem; kızlardan falan gelen var mı.. Tükenmez kalemle masanın kenarına adımı yazsam.. Neler neler görmüştür kim bilir o üzerine isimler yazılmış, kalpler çizilmiş tahta masalar.. Ağaçlara asılı hoparlörlerden ne şarkılar dinlenmiştir kim bilir..
    * * *
         1930'lu yılların ortalarında yolu Bolu'ya düşen Orhan Veli bile bahsediyor o hoparlörlerden.. Mahfel'de oturup bir çay söylemiş kendine; 'Hükümat önünden geçtim' diyor; 'Oturdum bir kahve içtim..”
    *
         Şehirliden vilayete ilam verilmiş, 
         Belediye meydanına radyo kurulmuş; 
         Verdiğimiz haberlerin özeti.. Falan filan; 
         Bir teneke benzin aldık karaborsadan..

          Nurullah Ataç'ın Orhan Veli'ye taktığı bir lakap var ona çok güldüm.. Yüzündeki sivilceleri, uzun boyu ve hafif kamburundan dolayı kendisine 'Solucan' lakabını takmış Nurullah Ataç.. 'Şakuli Solucan!' demiş (Dikey solucan).. Bunlar deli ya..!
    * * *
           Ben onu bunu bilmem arkadaş; lakap dediğin güzel bi şey olacak.. Bakıyorum da; kavgada bile söylenmeyecek lakaplar var.. Geçen gün de saydık bazılarını.. Gerçi gücenenler oldu ama; yiğit lakabıyla anılır be arkadaş.. İsmail abi de bi alem; Hem 'boş ver, yazma! diyor, hem de 'Koca Götler'i yazdın mı?” diyor.. 'Ne demişler'i yazdın mı..? Arap Abdullahlar, Şalavanlılar, Çökekler, Tulumbacılar, Cebi delikler, Kara Şükrüler! Yaz bunları..! Kepek yemezler, Kefal Mehmet, Altı Aylıklar, Cebi Delikler.. Mıgır Mahmut, Gutipler..Bunları da yaz..! Sonra Kara cehennem.. Ölü Baba, Ayı Nazifler, Zabunlar, Faun Ali, Onbaşılar, Tüccarlar.. Yetee mi?” 'Yeter abi sağol..” 'Cavlak Hakkı'yı da yaz, Alimülazımlardan olur kendisi.. Şeyi de yaz, Turisinayı.. Afer ile Cevat'ı yazma.. Yazarsan da beni dedi deme..!”
    * * *
         Az önce eski fotoğrafları karıştırırken karşılaştım.. Uzun zamandır görmemiştim o fotoğrafları.. Naylon ayakkabılar, saçlar alaburus, kollar bacaklar çıltı.. Gülümseten fotoğraflar.. Çizgili pijamalı baba, cantıklı pideli pazar kahvaltıları, pazar yıkanmaları, kış vakti salonda kurutulmaya çalışılan çamaşırlar..
    * * *
         Gülümseten fotoğraflar ama; bir yandan da hüzünleniyor insan.. Bir fotoğrafa bakıyor ve: "aaa bu fotoğrafı panayırda çektirmiştik' diyorsun.. 'Hasan Duman'ı arıyordu polisler o gece fellik fellik.. 'Bak, burası da İtfaiye bahçesinin önü.. Bir anda zillerin, kampanaların çalmaya başladığı gece.. Herkesin bir tarafa koşuşturduğu, itfaiyecilerin cilalı bir direkten kayarak aşağıya indikleri..
    * * *
          'Nurlar içinde yat Serap' dediğim bir başka fotoğraf.. Ömür'ün kolunda Özden, Erkan'ın yanında İsmail Yar, onun yanında Taner.. En solda 'at kuyruğu saçlı' kız da yok artık.. Ortadaki çocuk, Reha da yok.. Süha da yok, Mehmet de yok.. Geçen sefer de bakmıştık bu fotoğraflara.. Mehmet için en son Trabzon'da Vali Yardımcısıydı demiştim..!
    * * *
          Ve deprem nedeniyle gittiğim Bolu'da çektiğim bir başka fotoğraf.. Hayrat fotoğrafı... Kapısında Ali Kınık'ın 'Ali, Ayşe'yi seviyor' şiirindeki gibi yazı olan.. 'Ulan' demiştim o fotoğrafı çekerken 'Delilikse delilik..! 'Papatya Erguvanı seviyor' un altına; 'Erguvan da seni' yazmıştım aceleyle.. 'Oh bee..! demiştim sonra.. 30 küsur sene sonra da olsa.. 
    *
         Adımızı yan yana 
         Ağaçlara kazmışlar 
        Mahalle allı morlu 
        Duvarlara yazmışlar
        Çocuklar bile biliyor 
         'Ali, Ayşe'yi seviyor' (Ali Kınık..)
    *
            Hoşça kalın.. 
            04.01.2017.. 
                                            Erdoğan Mühürcüoğlu

     

    Yorum yazın

    İsim (Gerekli)
    Yorumunuz (Gerekli)

    Sayfada yer alan yorumlar kişiye ait görüşlerdir. Yapılan yorumlardan sitemiz hiçbir şekilde sorumlu değildir.

     

    Yazarın diğer yazıları

    GÜNÜN SÖZÜ

    Milli mücadelelere şahsî hırs değil, milli ideal, milli onur sebep olmuştur.

    SON YORUMLAR
    Sağlık İlaç Gıda Takviyesi Siyah Sarımsak