BolununSesi; 33 yıldır sadece halkın desteği ile yaşıyor

Bayanlar-baylar evet mi hayır mı

Konuk Yazar

    20 Şubat 2017

          Bayanlar-baylar evet mi hayır mı

          Sayın okuyucular, bilindiği gibi birkaç aydır siyasetin ana konusu anayasa değişikliği. Siyasetin tozlu raflarında duran bu ateş topunu, 'düğün değil bayram değil bu da nereden çıktı” misali MHP genel başkanı sayın Devlet Bahçeli gündeme getirdi. Konu gündeme gelir gelmez zaten sıcak olan siyasetin tansiyonu bu kez tavan yaptı. Günlerce tartışıldıktan sonra konu nihayet TBMM ne geldi ve uzun tartışma-kavga-gürültüden sonra kabul edildi ve şimdi referandum aşamasına gelindi. Görüldüğü gibi memleketin bütün dertleri bitti, varsa da referandum yoksa da referandum. Vatandaşın dertleri ile ilgilenen yok, hiç olmazsa ben bari ilgileneyim diye! bu yazıyı kaleme aldım.
          Bu durumu yani ilgisizliği- daha iyi anlaşılabilmesi için- bir örnekle anlatmaya çalışayım; Varsayalım iki araç kafa kafaya çarpıştı, ikisinde de yaralılar var, bağırıp çağırıyorlar, inim inim inliyorlar, sürücüler ise aralarında kavgaya tutuşmuşlar, yaralılarla ilgilenen yok. Bu kıssadan şu hisseye gelmek istiyorum; Yani demek istiyorum ki ey siyasiler bırakın kavgayı, vatandaş hayat pahalılığından, geçim derdinden inim inim inliyor. Bu gün Türk vatandaşı 299 çeşit vergi ödüyor. Dünyanın en pahalı akaryakıtını kullanıyor. Kullandığı akaryakıtın bedelinin yarısını devlet vergi olarak alıyor. İnanın petrol ülkeleri dahi litresinden bu kadar para kazanamıyorlardır. Demem o ki vatandaş vergi ve masraf girdabında boğuluyor. Mesela ben bu ay yok aracımın yıllık taşıt vergisi, yok emisyon ücreti, yok muayene ücreti, yok Trafik sigortası, yok Kasko ücreti, yok ev telefonu, yok elektrik ücreti, yok cep telefonu, yok doğalgaz ücreti, yok su parası, neyse hepsini sayıp da sizleri fazla meşgul etmeyeyim toplam olarak 4 bin Tl civarında vergi ve masraf ödedim. Denilecek ki aracın varmış, cep telefonun varmış, ev telefonun varmış, doğal gaz kullanıyormuşsun vs.vs varmış tabii ki ödeyeceksin. Tamam da taşıt vergisi 900.00 Tl. 200.00 Tl. olamaz mıydı, Trafik sigortası 400.00 Tl. 100.00 Tl. olamaz mıydı.100.00 Tl.su parası yatırdım, bunun 64.00 Tl.si su bedeli-bu dahi pahalı-,bu yetmiyormuş gibi geriye kalan 36.00 Tl.si ise diğer kalemler, 80.00 Tl. elektrik parası yatırdım, bunun ne kadarı tükettiğim bedel ki diye faturayı inceledim, faturada 33 satır ifadeler var, içinden çıkamadım. İşte işin püf noktası burada. Devlete ödenen tüm vergi ve masraflar fahiş. Bu nedenle ben tekraren diyorum ki ey siyasiler-özellikle iktidar partisi milletvekilleri- bırakın kavgayı da vatandaşın derdi ile ilgilenin. Bu millet sizleri biri birinizle kavga edin diye göndermedi, dertleri ile ilgilenesiniz, çözüm ve çare bulasınız diye gönderdi. Peki bu kadar vergi, masraf ve bunun sonucu olan hayat pahalılığı karşısında vatandaş ne yapıyor, sanırım gerek baskı ve sindirme politikalarının ve gerekse dinsel içerikli propagandaların etkisi ile ŞOKTA, sesi soluğu çıkmıyor. Bu tabloya bakınca aklıma şu özdeyiş geldi; 'Vatandaş can derdinde, onlar post derdinde”.
           Sayın okuyucular, bu dertleşmeden sonra siyasi etik kurallarının tamamen alt-üst edildiği bu referandum çalışmalarının kişiler üzerindeki psikolojik tahribatını nasıl hafifletebilirim diye düşündüm ve bu amaçla bazı hususları - biraz gülelim, gülerken düşünelim düşüncesi ile- sizlerle paylaşmak istiyorum. İzninizle konuya bir örnekle giriyorum. Yıllar öncesi Boluspor'un Aladağ'da bir kampı vardı, 7-8 arkadaş ziyarete gittik. Akşam olduğunda kampın ve sporcuların biraz uzağında ateşi yaktık, mangal keyfi yapıyoruz. Konu bir ara siyasetten açıldı. Hava birden elektriklendi. Ben 'konuyu değiştirmek” düşüncesi ile -onlara hissettirmeden- bir fıkra anlattım. Biraz sessizlik oldu, yani fıkraya usuleten de olsa gülünür ama gülmediler. Benim fıkra damdan düşer gibi oldu. (Hani temel kahvede bir fıkra anlatmış, herkes gülmüş ama Dursun gülmemiş, sormuşlar neden gülmüyorsun dediklerinde, 'ben Temel'le dargının evde gülerim” demiş derler. Oradakiler benimle dargın değillerdi ama onun gibi bir şey oldu, gülmediler ama bir sessizlik oldu). Sessizliği fırsat bilerek ikinci bir fıkra daha patlattım. Bu kez başladılar gülmeye. Gülme faslı bitince benden daha büyük olan bir ağabeyim aynen 'yahu İlhami psikolog gibisin, (Tabi bu onun yakıştırması asla böyle bir sıfatı hak etmediğimin bilincindeyim) gergin ortamı nasıl da muhabbete dönüştürdün” demişti. Ben bu örneği şunun için verdim; Yukarıda da değindiğim gibi referandum öncesi ayyuka çıkan kavgaların-şantajların, tehditlerin havada uçuştuğu bu kabus gibi ortamı, elimden geldiğince- Aladağ'da yaptığım gibi-biraz da hem nalına hem mıhına dokunarak nasıl muhabbete dönüştürebilirim diye düşündüm ve bu yazımı kaleme aldım.
           Gözlemlendiği gibi referandumda EVET-HAYIR kelimeleri biri birleri ile kıyasıya yarışacaklardır.
          EVET kelimesi dilimize Pehlevice dilinin akışı sonucu Farsca'dan gelmiştir. (Bu bilgi, yardımcım internetten alınmıştır). Onaylamak, tamam demek, kabul etmek anlamındadır.
           HAYIR kelimesi ise Arapça Hayr kelimesinin Türkçe'ye yansımasıdır. Karşılık beklemeden yapılan yardımları ifade eder. Nasıl Bolu Belediyesi'nin HAYIR çarşısı karşılık beklemeden HAYIR dağıtıyorsa işte hayır kelimesi de onun gibi bir anlam taşımaktadır.
          Sayın okuyucular, hem nalına hem mıhına değinelim ve hem de biraz gülelim dedik ya, derler ki; Söz ağzından çıkıncaya kadar senin esirindir, ağzından çıktıktan sonra sen onu esirisin.” Bu nedenle insanoğlu sözünü söylerken onu, onun esiri olmayacak şekilde hazırlaması gerekir. Mesela Manisa AKP İl başkan yardımcısının 'hayır çıkarsa iç savaşa hazır olun” dediği gibi. Ne oldu, o söz onu esir aldı.
           Bir başka örnek; Bir trafik kazasında halk toplanmış, polisler olay yerine kimseyi yanaştırmıyor, bir gazete muhabiri fotoğraf alabilmek için açıkgözlük! yaparak 'ben kazazedenin oğluyum” diyor. Tabi polisler de tamam geç dediklerinde muhabir bir de bakıyor ki kazazede bir eşek. Herkes başlamış (polisler de dahil) gülmeye, tabi muhabir rezil-rüsva olmuş. Onu ben kazazedenin oğluyum derken düşünecekti, değil mi.
           Yine Kayseri'de bir okulda öğretmen öğrencisi Osman'a, söyle bakalım, altı kere altı kaç eder demiş, Osman otuz sekiz öğretmenim demiş, bu cevap üzerine öğretmen otur SIFIR dediğinde, sıra arkadaşı, Osman'a 'lan altı kere altı kaç eder” dediğinde otuz altı demiş, peki neden otuz sekiz dedin deyince 'pazarlık payı” (Kayserili ya) bırakmıştım demiş. Arkadaşı da o zaman sıfırı hak etmişsin demiş. Yani Osman da ağzından çıkanın kurbanı olmuş.
           Bu arada yeri gelmişken bir başka anımı daha sizlerle paylaşmak istiyorum; Yıllar önce İki arkadaş gezerken, RÖNTGEN teknisyeni bir başka arkadaşımla karşılaştık, yanımdaki arkadaşıma karşılaştığım arkadaşımı tanıştırmak istedim, 'Arkadaşım Ali” dedim, yanımdaki arkadaş 'ne iş yapıyor” diye sordu, ben de röntgenci dediğimde yanımdaki arkadaş ona 'yaşını başını almışsın utanmıyor musun röntgencilik yapmaya 'demez mi. Bu cevaba günlerce gülmüştük.
          Sayın okuyucular ,bilindiği gibi muktedir, birisini -suçsuz da olsa- cezalandıracağı zaman bir bahane bulur. (Tutuklu gazetecileri hatırladım).
           Mesela Hitler döneminde gestapo bir İngiliz'i, bir Fransız'ı ve bir de Yahudi'yi yakalayıp Hitlerin karşısına çıkarmışlar. Hitler İngiliz'e, söyle bakalım Titanik kaç yılında battı demiş, İngiliz 1912 yılında deyince tamam geç demiş, Fransız'a sormuş, içinde kaç kişi vardı demiş,1050 diye cevap verince tamam sende geç demiş, sıra Yahudi'ye geldiğinde,1050 yolcunun isimlerini say bakalım demiş ve tabii ki Yahudi gaz odasını boylamış. Buna kurt-kuzu hikayesi de diyebilirsiniz. İşte dünyamızın hali-ahvali budur.
            Değerli okuyucular, işi muhabbete dökelim dedik ya, imam bir gün sabah namazında cemaate namaz kıldırırken 'affedersiniz” gaz çıkarmış, cemaatten özür dileyerek abdestini tazelemiş ve dönüp namazı eda ettirmiş. Sabah olunca soluğu müftünün yanında almış ve şöyle ricada bulunmuş. Müftü efendi ben böyle bir kaza işledim, bir daha o cemaatin yüzüne bakamam, ne olur beni acilen bir başka köye atayın demiş. Müftü haklı görmüş ve atamasını yapmış. Aradan 15 yıl geçmiş, imam efendi emekli olmuş ve o kazayı işlediği köyün cemaatinden bakalım hayatta kimler kaldı ki diye merak etmiş ve köye gitmiş, Köyün girişinde 18 yaşlarında bir delikanlı ile karşılaşmış, oğlum sen kimlerdensin diye sormuş falancalardanım amca diye cevaplamış ve arkasından kaç yaşındasın deyince çocuk, 'amca, imam gaz çıkardığında ben üç yaşımdaymışım” demiş. İmam efendi, yahu bazı şeyler hiç unutulmuyor diyerek geriye dönmüş. İşte onun gibi insanoğlu bazı şeyleri unutamıyor. Mesela ben sayın başbuğ Alparslan Türkeş ile sayın Devlet Bahçeli'nin başkanlık sistemi aleyhinde geçmişte söylediklerini unutamıyorum, bilmem sizler unutabiliyor musunuz.
           Sayın okuyucular, siyasetin ağır ve çirkin atmosferinden uzaklaşarak bir nebze de olsa sizleri gülümsetebildim mi bilmiyorum, takdir sizlerin.
                                                                            İlhami Candemir

    Yorum yazın

    İsim (Gerekli)
    Yorumunuz (Gerekli)

    Sayfada yer alan yorumlar kişiye ait görüşlerdir. Yapılan yorumlardan sitemiz hiçbir şekilde sorumlu değildir.

     

    Yazarın diğer yazıları

    GÜNÜN SÖZÜ

    Öğretmenler! Cumhuriyet sizden, fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister.

    SON YORUMLAR
    Sağlık İlaç Gıda Takviyesi Siyah Sarımsak Antalya Hurdacı Kepez Hurdacı