BolununSesi; Halkın Gazetesi

Olanlardan olacağa yolculuk

Konuk Yazar

    15 Ocak 2018

    Olanlardan olacağa yolculuk

    Sayın okuyucular, aylardan beri tutuklu bulunan iki basın mensubunun hak ihlaline uğradıkları yönündeki son Anayasa Mahkemesi kararı siyasetin gündemine bomba gibi düştü. Kıyamet kopuyor. Eleştirenler mi dersiniz, savunanlar mı dersiniz, ortalık toz duman. Bu ortamda siyasal ve hukuksal her olumsuzluğa maydanoz olan İlhami Candemir durur mu, o da durumdan vazife çıkararak kervana katılmak istedi.

    Sayın okuyucular, sözü eveleyip gevelemeden hemen sadede girmek istiyorum; Yazımın konusu siyasetin YARGIYA MÜDAHALESİ. Bu, ya yolunu şaşırmış yargıya DESTEK olarak veya yasaların çizdiği yolda yürümeye çalışan yargıya KÖSTEK olarak ortaya çıkıyor. Yargının tarafsız ve bağımsız olduğu ülkelerde her ikisine de yani desteğe de kösteğe de yer yoktur. Bırakın yargı kendi işini yapsın denilir. Peki bizde nasıl? Ya destek olunur ya köstek olunur. Önce destek durumunu ele alalım; Bilindiği gibi gerek Ergenekon, gerek Balyoz, gerek Casusluk gibi KUMPAS davalarında siyaset kurumu yolunu şaşıran yargıya yani kumpasa mümkün olduğunca DESTEK oldu. Örneğin Sayın Cumhurbaşkanımız- ki o tarihlerde başbakandı- 'ben bu davaların savcısıyım” demedi mi? Bu gün firarda olan savcı Zekeriya Öz'e zırhlı makam aracı tahsis edilmedi mi? Güneş balçıkla sıvanmaz, bunlar bilinen ve unutulmayan olaylar.

    Şimdi gelelim, yasaların çizdiği yolda yürümeye çalışan yargıya KÖSTEK olma durumuna; İnanın, bu konunun neresinden başlasam diye epey zorlandım. Nihayet 07/02/2012 tarihinden başlamaya karar verdim. Diyeceksiniz ki o tarihte ne oldu? MİT müsteşarı sayın Hakan Fidan o tarihte Başsavcı Sadrettin Sarıkaya tarafından ifadeye çağrıldı. Burada izlenmesi gereken hukuksal prosedür nedir? Hukuk devleti olduğumuza göre-veya ben öyle sanıyorum-sayın Hakan Fidan'ın başsavcının talimatına itibar ederek ifadeye gitmesidir. Peki gitti mi? Hayır. Nedeni ise zamanın başbakanı olan sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın 'gitmeyeceksin” yönündeki talimatı oldu ve gitmedi. Nitekim sayın Cumhurbaşkanımız geçen haftaki bir konuşmasında bunu açık açık söylediler. Akabinde ve ivedilikle yeni bir yasa çıkarılarak MİT görevlilerinin ifadeye çağrılması başbakanın iznine BAĞLANDI. Dosya o günden bu yana BAĞLI. Buzdolabında duruyor. İleride dolaptan çıkarılır mı çıkarılmaz mı bilinmez. Bilindiği gibi 12 Eylül paşalarına yıllar sonra bile davalar açılmıştı bu memlekette. Vefat ettiler de kurtuldular. Görüldüğü gibi bana göre 07/02/2012 tarihi, siyasetin yargıya ilk müdahale tarihidir, yani KÖSTEK tarihidir. İkinci müdahale -ki şimdiye kadar görülmemiş düzeyde bir müdahaledir- 17/25 Aralık 2013 tarihli olaylar sırasındaki müdahaledir. O günlerdeki durumu kısaca belirtmek gerekirse, 17 Aralık uygulamalarında cürmü meşhut (suç üzerinde suçluyu yakalamak) durumuna rağmen, sanıklar hakkında davalar açılması engellenmiştir. Burada bir parantez açalım, bu memlekette hukukun üstün olduğu devirlerde rüşvet aldığı iddiası ile 43 yıl hapis cezası alan bakanlar bile vardır. Parantezi kapatarak devam edelim; 25 Aralık olayında ise savcılıkça İst. Emniyetine talimat yazılarak, şunları gözaltına alarak savcılığımıza teslim edin denilmesine rağmen, İstanbul Emniyetince -yine siyasetin yargıya KÖSTEK niteliğindeki müdahalesi ile- 'talimat hukuka uygun değildir” gerekçesi ile işleme konulmamıştır. Ben meslek hayatımda savcılığın talimatını çöpe atan emniyet görevlilerini hiç duymamıştım, ama o zaman duydum. Kapıyı bu şekilde araladıktan sonra gelelim bardağı taşıran son olaya, yani İlk derece mahkemesinin AYM'sinin kararına uymadığı gibi daha da ileri giderek eleştirmesine. Böyle bir olaya da tanık olmamıştım ama şimdi oldum. Bakalım daha nelere tanık olacağız. Bilindiği gibi (özetle) gerek ceza ve gerekse hukuk muhakemeleri yasalarına göre İlk derece mahkemelerinden verilen temyizi kabil kararlar, Yargıtay tarafından bozulduğunda, ilk derece mahkemesi ilk kararında direnebilir, yani benim verdiğim karar doğrudur diyebilir. Böyle bir durumda dosya Yargıtay Genel Kurul'una gider, orada nihai karar verilir. Ama Anayasa Mahkemesi'nin kararlarında böyle bir durum söz konusu değildir, AYM kararları KESİNDİR. Önümüzdeki olayda İst. ilgili Ağır Ceza Mahkemesi'nin bunun böyle olduğunu bilmemesi mümkün müdür? Tabii ki değildir. İktidar sözcülerinin ve özellikle Adalet Bakanlığı da yapmış olan başbakan yardımcısı sayın Bekir Bozdağ'ın AYM'nin kararına yönelik eleştirileri mi etkili oldu, onu bilemem, bildiğim bir şey varsa bu uygulama hukukta yeri olmayan bir uygulamadır. Ancak bana burada bir bit yeniği var gibi geliyor. Bu durum bahane edilerek AYM üyelerine yapılan ve yapılacak olan saldırılar sonucu- gerek zamanın Genel Kurmay Başkanı Org. Işık Koşaner ve diğer kuvvet komutanlarının (Jandarma genel Komutanı Org. Sayın Necdet Özel hariç tabi), gerek büyük şehir belediye başkanlarının istifaları gibi AYM üyeleri de istifaya zorlanarak yerlerine kendileri tarafından yenilerinin seçilip dikensiz gül bahçesi mi oluşturulmak isteniyor, bakacağız göreceğiz.

    Sayın okuyucular, öyle bir hukuksal kaos yaşıyoruz ki akıl-sır ermiyor. İnsan ister-istemez 'ne olacak bu memleketin hali” demekten kendisini alamıyor. Kanunları takan yok. Mesela Danıştay'ın kararları tam olarak uygulanmıyor. Hatta Anayasa'yı bile takan yok. Mesela, Anayasa'nın 91.maddesinde TBMM Bakanlar Kurulu'na KHK çıkarma yetkisi verebilir deniliyor ve 148.maddede OHAL durumunda KHK'nin Anayasa'ya aykırılığı için AYM'de dava açılamaz deniliyor. Doğru, açılamaz. Nitekim CHP açtı ve reddedildi. Ancak 91.maddede, KHK Resmi Gazete'de yayınlandığı tarihte TBMM'ne gönderilir deniliyor. Gönderiliyor mu? HAYIR. Yine ve çok çok önemli ve gözden kaçan bir husus daha var; Anayasa'nın 91.maddede 'sıkıyönetim ve OHAL durumları saklı kalmak üzere” temel haklar, kişi hakları ve ödevleri ile siyesi haklar ve ödevler KHK'lerle düzenlenemez” deniliyor. Yani OHAL durumunda KHK'lerde konu sınırlaması yok. Her konuda KHK çıkarılabilir. Hal böyle olunca Anayasa'nın birinci kısım genel esaslar bölümünde 'değiştirilemeyecek hükümler” başlıklı 4.maddede tadat edilen (sayılan) hususların değiştirilmesi yönünde KHK çıkarılamaz mı? Çıkarılabilir. Peki öyle bir durumda hükümet -şimdi olduğu gibi- o KHK'yi TBMM'sine göndermezse, ki göndermediği için kanunlaşmıyor ve o durumda da iptali için AYM'sine gönderilemiyor, ortaya çıkacak durumu hayal edebiliyor musunuz? Olur mu olur. Bir sabah kalktığımızda, KHK ile Anayasa'da belirtilen 'laik” kelimesi çıkarılmış, 'TC bir İSLAM devletidir” denilivermiş. Yazımın başlığında da belirttiğim gibi olanlara bakıyorum da olacaklar uykumu kaçırıyor.

    Büyük şair Mehmet Akif Ersoy'un, Çanakkale Şehitleri şiirinde 'Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor” dediği gibi, her şeyi gören, duyan, işiten ya Rab, iktidar hırsı ile neler yapılıyor.

    Peki madem ki hukuk devletiyiz, o zaman kişi ve kuruluşları anayasal çizgiye getirecek kimse yok mu? Var. Peki kim? BEN. Nasıl? Hayalen. Herhalde bu memlekette hayal etmek de şimdilik! suç değildir.
    Bindik biri alamete……
                                                                  İlhami Candemir

    Yorum yazın

    İsim (Gerekli)
    Yorumunuz (Gerekli)

    Sayfada yer alan yorumlar kişiye ait görüşlerdir. Yapılan yorumlardan sitemiz hiçbir şekilde sorumlu değildir.

     

    Yazarın diğer yazıları

    GÜNÜN SÖZÜ

    Bir milleti hür, bağımsız, şanlı, yüksek bir toplum olarak yaşatan da, köleliğe, yoksulluğa düşüren de eğitimdir.

    SON YORUMLAR
    Sağlık İlaç Gıda Takviyesi Siyah Sarımsak