BolununSesi; Halkın Gazetesi

Okulda süt ve altmışlı yıllar..

Erdoğan Mühürcüoğlu

    8 Temmuz 2013

           Biz ilkokul yıllarında 'haliiis muhliis' sütlerden içemedik, ilkokullarda süt içirilen çocuklardan olamadık 'teğet geçtik'.. Okula bir kaç yıl geç yazılsaydık olacaktı, ama olmadı. Devlet malı sütü içmek kısmet olmadı.. Ama biz şeye yetişdik; hani belediye çöp kamyonlarıyla sokak aralarında dolaştırılarak dağıtılan Amerikan yardımı un, şeker, süt tozu, yağ ve yuvarlak teneke kutularda turuncu renkli peynirler vardı, anneler pasta börek yapsın, çocuklarını beslesinler diye, onlara yetiştik.. Hatta ben dağıtılan yiyeceklerin arasında dondurma gibi bir şeye bile rastlamıştım.. Dondurma olmadığı kesindi ama ne olduğunu bütün mahalleli birlikte incelemiş olmamıza rağmen anlayamamıştık.. Ne olduğunu anlayamamıştık ama yine de yedik 'bir bildikleri olmasa yapmazlardı Amerikalılar' diye parmaklarımızı bile yaladık.. Acaba bozuk mu, bayat mı? diye aklımızın ucundan bile geçmedi hiç birimizin..
    ***
           Bazı şeyleri hatırlamaya başlayınca peşinden bir sürü bölük pörçük anılar da 'arz-ı endam' ediveriyorlar.. Birde damalı taksiler vardı, o zamanlar.. Hepsi de caddelere, sokaklara zor sığan türden kocaman devasa arabalardı.. Çoğu da Chevrolet marka.. Ne arabalardı o arabalar, hani "Kız gibi araba" derler ya öyle.. Telefon olmadığı için önemli duyurularımız için yolladığımız telgraf vardı birde.. Şimdi 'Orhan Veli' parkı olan yerdeki postahanede Erdem abi, çektiğimiz telgrafın kaç para tuttuğunu hesaplamak için metni hecelere ayırıp sayar, kaç heceden oluşuyorsa ona göre ücret isterdi.. Önünde bir de küçük havuzu olan bina idi burası..
    ***
          1960 ihtilali olduğunda İlkokul dörde veya beşe gidiyordum.. On yaşındaydım.. İhtilalin ilan edildiği andan itibaren anonsu yapan kişinin sesi de dahil olmak üzere çok şeyi hiç unutmadım, unutamadım.. Bolu'da her taraf asker kaynıyordu.. Her şey o kadar birbirine karışmıştı ki, bizim daracık 'aşağı sokak' tan duvarlara sürtünerek geçebilen içi asker dolu kocaman bir 'reo kamyon' bile görmüştük, az kalsın sıkışıp kalacaktı bizim sokakta..
    ***
          60 ihtilalinde memleketin hazinesinin tamtakır kuru bakır olduğu söylenince halktan alyanslarını devlete bağışlamaları, karşılığında ucuz metalden 'Devrim alyansları verileceği söylendi, böyle bir kampanya başlatıldı.. Sıradan insanlar için nasıl bir uygulama yapılıyordu bilmiyorum ama; memur, asker gibi devlette iş tutanlar buna mecburdular gibi sanki.. Böyle bir hava vardı..
    ***
          1960 ihtilali, arkasında mahzun hikâyeler de bıraktı.. Annem ile babam arasında birkaç gün süren pek de anlam veremediğimiz gerginlikler ve küçük çapta tartışmalar oldu.. Parmaklarındaki nikah yüzükleri sarı' dan beyaza teneke gibi bir metale dönüşünce işin aslını biraz anlar gibi olduk.. Devletin hazinesi için diğer memur aileleri gibi onlar da altın yüzüklerini vermişler, onların yerine üzerinde darbenin yapıldığı 27.05.1960 tarihi yazan 'krom' yüzüklerden almışlardı..
    ***
          Babamın vefatında parmağından metal yüzüğü çıkartıp bana geri veren 'Gasilhane' nin din görevlisine bir süre bakakalmıştım, 'vay anasını be, bu kadar mıydı? diye.. Doktor Hilmi abi (Altındağ) da yanımdaydı o sırada, aklımdan geçenleri anlamış olmalı ki, morgun önünde, teselli eder gibi sırtımı yepelemişti.. Ha bak unutmadan; Bu topladıkları alyanslar var ya! Bunları bir süre eski belediye binasının önünde, havuzun kenarındaki camekanlı bir dolapta uzun zaman sergileyip teşhir ettiler..
    ***
          Okuldan çıktıktan sonra her gün oraya gider yüzlerce yüzüğün arasından 'bizim' yüzükleri bulurdum.. ilk seferinde yüzüklerin iç kısmına kazınmış isimlerden teker teker tarayarak bulmak çok zor olmuştu.. Sonradan camekan içinde yerleri hiç değişmediğinden kolayca görebiliyordum onları.. Bakışıyorduk karşılıklı.. Çocuk olmak başka bir şey ya ! şimdi nasıl anlatayım ki size o anki duygularımı, zor iş be, vallahi..,
    ***
          Bir gün yine beni belediyenin önündeki 'Camekan' ın başında yüzüklere bakarken gören babam, halime acımış elini omzuma koyarak "Vehbi koç 26 kilo altın bağışladı oğlum!" demişti 'Bizimki alt tarafı iki yüzük!.. 'Vehbi Koç da kim baba? diye sorduğumu hatırlıyorum.. Bütün bir ülkenin Bolu'dan ibaret olduğunu sandığımdan olmalı, Vehbi Koç'u Bolu Valisi sanmıştım o sıralar..
    ***
         Hayatta fazla da ölçüyü kaçırmayacan be arkadaş!. Birine iyilik yapmaya falan da gelmiyor, başına iş alıyorsun.. Yıllar sonra adamı mezarında bile rahat bırakmadılar.. Gecenin karanlığında mezarından çıkarttıkları Vehbi Koç'u sırtlayıp götürdüler bir yerlere.. Sonra da "şu kadar para verirseniz geri veririz babanızın cenazesini !" diye de haber saldılar çocuklarına..
    ***
          Daldan dala atlıyoruz ama hemen yazmazsam unutuveriyorum; eskiden telefon direkleri vardı mahalle aralarında, sanki suluboya ile boyanmış gibi yeşil renkli, hafif kurumuş, bazı yerlerinde derin çatlakları olan.. Bu direklerin tepesindeki ampuller bozulduğunda bir görevli gelir, demirden yapılmış uçları sivri ve keskin kancalı ayakkabılarını giyer, kayış ve tokalarını sımsıkı bağladıktan sonra yolda yürüyormuş gibi direğe tırmanmaya başlardı..
    ***
          Hatırladınız mı bu ayaklara takılan kancaları? 'Mahallede kavga çıkartsam, herkese bu kancalı ayakkabılarımla çelme taksam arkalarından' diye çok özenirdim.. Fazla uzun sürmedi rahmetli İsmail Özer'in belediye başkanlığı sırasında bu ağaç direkler, demir direklere bıraktı yerlerini.. O zaman kancalara falan da gerek kalmadı.. Görevlilerin akıllarına yeni bir önlem almak gelinceye kadar merdiven gibi tırmanmaya başlamıştık direklerin en tepelerine..
    ***
           İsmail Özer deyince; eskiden Bolu'da belediye başkanlığı için yarışanlar nedense hemen bizim Fırka'ya kafayı takarlardı "Ben bu fırkayı delecin !" diye tuttururlardı.. "Bi baştan girecin, öbür baştan çıkacın!" derlerdi..Yahu kardeşim git başka yeri del, daha kolay bir yer bul orayı del .. Değil mi ama? Orayı delen delmiş zaten zamanında, gerçi bir metre bile gidememişler.. Birkaç yerden heveslenip delmeye kalkmışlar bir metre bile gidemeyince vazgeçerek bırakmışlar.. Bizim çocukluğumuzda fırkanın eteklerinde öyle birkaç tane mağara tarzı yerler vardı, içine girer oynardık.. İkinci dünya savaşı zamanında sığınak olarak kullanmak için yapıldığını söylerlerdi..
    ***
          Hep Rıdvan İlhan Abi'nin başının altından çıkardı öyle fikirler.. Daha ne fikirler vardı onda; akıllara zarar.. O herkesten önde olmak için "ikisini birden delecin!" diye tuttururdu, "hem Fırka'yı hem de Hisar'ı delecin! İçine boydan boya dükkanların olduğu pasajlar yapacın" derdi, ıldır ışık.. Benim bu tür şeyler aklıma geldiğinde; hala gülesim gelir.. Yalnız olsam neyse de, birkaç kişinin yanında gülmeye başlarsam kötü.. Hiç yeri meri değilken aklınıza komik bir şey gelirde gülme krizine girersiniz ya hani; siz kendinizi kontrol etmeye çalıştıkça sanki biri arkadan gıdıklıyor gibi olur, daha da beter gülmeye başlarsınız..
    ***
         Allah'ın cezası krizler de genelde hep cenazede, istiklal marşını söylerken ya da okulda en ciddi olman gereken derste gelir.. Eğer, ciddi olunması gereken bir yerde gülmemeniz gerektiğini aklınıza getirirseniz hapı yuttunuz.. O ortamda ne yaparsanız yapın hiç fark etmez.. Benim ortaokulda sıra arkadaşım vardı, Borazanlar Mahallesi'nden Semih.. Bir gün rahmetli Mehmet Başaran'ın dersindeyiz onun eski bir 'Ormancı' olduğunu duymuşuz..
    ***
          Doğru mu değil mi onu da bilmiyoruz ama Semih'le her göz göze gelişimizde gülmekten ölecek hale geliyoruz.. Mehmet Başaran'ın derste üzerinde meşe palamudu amblemi olan ormancı şapkasıyla ders anlattığını hayal etikçe yarılıyoruz gülmekten.. Sevgili hocamız Mehmet Başaran'a da ve Semih'e de Allahtan rahmetler diliyorum bu arada.. Böyle birşey kızların başına gelse "Hadi sen bi hava al da gel kızım!" deyip dışarıya gönderirler ama bizde öyle olmuyordu, biz İhsan Bey'in karşısında buluveriyorduk kendimizi.. Orada da gülüyor muyduk dersiniz ? Ne gülmesi be bilader ? Dalgamı geçiyorsun? korkudan titrerdik İhsan Bey'in karşısında...
    ***
          Çatak'lı aşçı Mehmet amcalar var bizde ev oturmasında; Baş köşeye kurulmuş olan babam, o kelli felli, bürokrat görünümlü adam askerlik anılarından kesitler anlatıyor ve misafirler ona kilitlenmişler pür dikkat dinliyorlar.. Hayatta bir atın tepesinde düşmeden bir dakikadan fazla duramadığını bildiğimiz babam (size de anlatmıştım) "atımla dört nala giderken yemekhanenin duvarına "lodoslama" bir tosladım!" deyince, abimle dışarıya zor kaçtık.. Odaya döndüğümüzde kimsenin yüzüne bakmamaya çalışıyoruz ama imkanı yok başaramıyoruz 'pöykürüp' tekrar kaçıyoruz dışarıya..
    ***
         Babamsa hala 'Bodoslama' yerine lodoslama demeye devam ediyor.. Bu gibi durumlarda üç tane 'kel adam' düşün atlatırsın derler ya; hiç faydası yok, onu da denedim kaç kere.. Kel adamlar gözümün önüne geldikçe daha beter krize girdim, gülme krizine.. Üç tane kel adam düşünüyorum, anında üç tane Vahi Öz çıkıp geliyor karşıma.. Ne yaparsınız?..
    ***
          Fazla uzattık ama şunu da anlatıp öyle bitireyim bari ; Öğretmen Sevim Öğretmenoğlu vardı bilirsiniz; tahtaya kaldırdığında ben onun kayınpederinin peruğu ve peruğun rüzgarda kafasından uçup gitme ihtimali aklıma gelir hemen 'kıkırdamaya' başlardım.. Hele birde karşıdan arkadaşım Semih'le göz göze gelmişsek hiçbir şey durduramazdı beni.. Sevim hoca hiç bir zaman kime güldüğümü anlayamadı.. Benim doğal halim olduğunu sanıyordu galiba, 'garerce!' (kararca) olduğumu belki de.. O da benimle birlikte gülüyordu çünkü.. Siz de tanıyor musunuz, hatırlıyor musunuz Doktor Abdullah Bey'in babası Durmuş amcayı?..
    ***
           Ölmüş olanlara Allahtan rahmet ,yaşayanlara sağlıklar dilerim.. Bugün biraz 'Light' şeyler yazmak geldi içimden.. Selamlar..

                                           

    • GÜNSAL ALPAY6 Aralık 2020 . 17:28

      Neler yaşanmış neler Anılar için teşekkürler

    Yorum yazın

    İsim (Gerekli)
    Yorumunuz (Gerekli)

    Sayfada yer alan yorumlar kişiye ait görüşlerdir. Yapılan yorumlardan sitemiz hiçbir şekilde sorumlu değildir.

     

    Yazarın diğer yazıları

    GÜNÜN SÖZÜ

    Bir milleti hür, bağımsız, şanlı, yüksek bir toplum olarak yaşatan da, köleliğe, yoksulluğa düşüren de eğitimdir.

    SON YORUMLAR
    Sağlık İlaç Gıda Takviyesi Siyah Sarımsak